Mısır’da yeni cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, halkın talepleri doğrultusunda hareket ettiğine dair ikna edici sebepler taşıyorsa da, kimi karar ve uygulamalarıyla, muhalifleri tarafından yeni bir diktatör adayı olarak görülmekten kurtulamıyor. Yıllardır Mısır halkının kaynaklarını sömüren statüko ile mücadelenin gerekliliği açık olmakla birlikte, bu süreçte Mursi ve onun temsil ettiği Müslüman Kardeşler’in kriz yönetimi konusundaki başarısı soru işaretleri taşıyor. Zira, bu süreçte atılacak adımların ve alınacak kararların, zaten uzun yıllardır bedel ödeyen Mısır halkına yeni bedeller ödetmemesi gerekiyor.
‘Arap Baharı’ sürecinde meydanlarda toplanarak Hüsnü Mübarek’in yönetimi bırakması için gösteriler yapan farklı kesimlerin bir kısmı, bugün Mursi’ye karşı da benzer bir tavır sergiliyor. Mursi’yi protesto eden çevreler, ‘yeni bir diktatörün doğduğunu’ iddia ediyorlar. Ancak öte yandan seçmenin demokratik tercihleri karşısında sözkonusu çevreler halkın cahil olduğunu, Mısır için neyin iyi olacağına halkın karar veremeyeceğini dile getiriyorlar. Heyetimizin Tahrir Meydanı’nda gerçekleştirdiği görüşmelerde, halkın büyük çoğunluğunun parmak basarak oy kullandığı, İhvan-ı Müslimin’in halka para vererek ve dini duyguları istismar ederek oylarını arttırdığı gibi iddialar ortaya atıldı. Bu yaklaşım biçimi, Türkiye’de de halkın demokratik tercihlerini kabullenemeyen statükocu zihniyetin bakış açısıyla benzerlik arzediyor.
Mısır’da yaşanan sürecin bir diğer ayağında ise statükoyu temsil eden ordu ve yargı erkleri bulunuyor. Yarım yüzyıldan uzun bir süre askerî diktatörlüklerle yönetilen Mısır’da ordu, ülkede oldukça baskın bir etki gücüne sahip bulunuyor. Dikta yönetimi boyunca nüfuzunu giderek arttıran ordu; sosyal, siyasal ve ekonomik alandaki ayrıcalıklarından vazgeçmek istemiyor. Uzun yıllardır hukuk dışı yetkiler ve ayrıcalıklarla donatılan yargı erki de, bugün hem elinde bulundurduğu bu ayrıcalıklardan vazgeçmek istemiyor, hem de sahip olduğu hukukdışı yetkileri kullanarak halkın demokratik tercihleri doğrultusunda oluşan tabloya müdahale ediyor. Bu çerçevede seçimi geçersiz saymaktan parlamentoyu feshetmeye, yeni anayasa hazırlama çalışmalarını baltalamaktan referandum sürecini boykot etmeye kadar pek çok yola başvuran yargı mercilerinin, önümüzdeki süreçte de benzer uygulamalar gerçekleştirmesi muhtemel görünüyor.
Mısır’da yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin bundan 15 yıl önce 28 Şubat sürecinde yaşadıklarıyla önemli benzerlikler taşıyor. 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinin bürokratik uygulamalarıyla, bugün Mısır’daki statükocu uygulamalar arasında bağlantılar kurulabilir. Öte yandan anayasa referandumu sürecinde Mısır’da yeni anayasa taraftarları ile muhalifleri arasında yaşananların da Türkiye’nin 12 Eylül 2010 Referandumu öncesi yaşadığı süreçle benzerlikler taşıdığı söylenebilir.
Referandum sürecinde Batı’nın yaklaşımı da ülkedeki demokratikleşme sürecini krize dönüştürme amacı güdüyor. Avrupa Birliği’nin, Mısır’daki referandumun şaibeli olduğu ve anayasa maddelerini demokratik bulmadığı gerekçesiyle temsilci göndermemesi, ABD yetkililerinin Mısır’da yaşanan süreçten kaygı duydukları yönündeki açıklamaları ve uluslararası kredi derecelendirme kuruşu S&P’nin ‘son gelişmelerin ülkenin kurumsal çerçevesini zayıflattığını’ iddia ederek Mısır’ın kredi notunu düşürmesi, Batı’nın Mısır’da yeni sürece çeşitli vesilelerle müdahale edeceğini ortaya koyuyor.
Raporumuz, Mısır’da yaşananları doğru anlamayı ve sürece dair çözüm önerileri geliştirmeyi amaçlıyor. ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan sürece ülkemizde verilen siyasi ve toplumsal desteğin kalıcı ve anlamlı olabilmesi için, gerek Mısır, gerek bölgedeki diğer ülkelerde yeni oluşan siyasi yapılanmaları, öneri ve tecrübelerimizle desteklemeliyiz. Başından beri bölge ile ilgili çalışmalarını süreci sağlıklı anlama çabasıyla sürdüren UHİM, bundan sonra da Mısır’ın önümüzdeki dönemde vereceği sınavlara olumlu katkı sağlayacak bir anlayışla çalışmalarına devam edecektir. Dileğimiz; toplumun, sivil yapılanmaların ve siyasî mercilerin de ‘Arap Baharı’yla köklü bir değişim sürecine giren Mısır ve bölge ülkeleriyle bu anlayışla ilgilenmeye devam etmesidir.