“Aklın çözmekte zorlandığı gizemi, eller nasıl çözeceğini bilir.” Analitik psikolojinin mimarı Carl Jung’un bu sözüyle çıktılar yola. İki Türk, iki Amerikalı sanat terapistinin New York ’tan Van ’a taşıdığı ‘ Van Sanat Projesi’, depremden sonra yeni bir soluk getirdi bölgeye. Kışın su alan çadırlarda tir tir titreyip, yazın da bunaltıcı sıcaklarla boğuşan; hayatlarını idame ettirme derdine düşüp yaşadıkları travmayı belki de bilinçaltına itmek zorunda kalan kadın ve çocuklara yeni bir umut ışığı doğdu. ABD ’de 1940’larda ortaya çıkıp 1970’lerde dört başı mamur bir mesleğe dönüşen sanat terapisi, Türkiye ’de pek popüler olmasa da Van ’da işe yaramış görünüyor. Nasıl mı? Hikâyeyi, projenin mimarlarından dinleyin...
‘ Van ’da çok fazla şiddet var’ Sanat terapisi nedir? Kimlere, neden ve nasıl uygulanır? Ne işe yarar? Ashley Dorr: Sanat terapisi, kişinin sanat aracılığıyla duygularını ifade etmesini sağlayarak, ortaya koyduğu eser ya da performans yoluyla kişi hakkında çıkarımlarda bulunmaktır. Kişiyle iletişim kurmak, sorun çözme becerisini geliştirmek ve özgüveni arttırmakta yardımcı olur. Kısacası, kişiyi sağlığına kavuşturmak için iç dünyasına inebilmenin bir yoludur. Terapinin yaratım sürecinde kişi özgür bırakılır; hangi araç gereçleri nasıl kullandığı incelenerek ortaya çıkan eser ya da performansın sembolik anlamı çözümlenir. Leyla Akça: Sanat terapisi herkesle ve her alanda yapılabiliyor. Hem grup hem kişisel olarak uygulanabiliyor. Bu yolla hem psikoterapi yapılabiliyor hem rahatlama sağlanıyor. Yaşadıklarını sözlü olarak anlatamayan kişi, sembolik anlatımda doğrudan travma hakkında konuşmak zorunda kalmıyor. Dolayısıyla kendini güvenli biçimde ve fazla zorlanmadan ifade edebiliyor.
Van ’da çalıştığınız çocuklar kaç yaşlarındaydı? Hedef kitleniz için belli kriterler var mıydı? Leyla: Yardıma gittik, özel bir kriterimiz yoktu. 4 ila 13 yaşlarında 50 çocuğumuz vardı. Sabah ve öğle olmak üzere 4 çocuk grubuyla çalıştık. İhtiyaçlara nasıl cevap verebildiniz? Ne tür vakalarla karşılaştınız? Leyla: Benim için en çarpıcı şey, çok fazla şiddet olmasıydı. Çocuklar en ufak anlaşmazlıkta birbirlerine giriyor. Kadınlar da fiziksel kavgaya giriyor. Çocukların kafasına taş atarak, döverek disipline ediyorlar. Depremden değil, kültürden ve eğitimsizlikten kaynaklanıyor bu. Çadırımıza taş atan çocuklar vardı mesela. Onlar çok zorladı bizi. Ama onlara alternatif sunduğumuzu görünce kavga etmeden problem çözmeyi öğrendiler. Samantha Tamao: Yaptıkları kötü şeyleri kaale alıp onları cezalandırmak yerine, iyi şeyleri görerek onları ödüllendiriyor ve diğerlerine örnek olmalarını sağlıyorduk.
Leyla: Kadınlarda ise gözlemlediğimiz en önemli şey iletişimdi. Hepsi başka apartman ve konteynır kentlerden geliyordu. Hiç iletişim kurmadıklarından, bir toplum oluşturamamışlar kendilerine. Gruplara gelmeye başladıktan sonra evden çıkmaya, kendilerine güvenmeye başladılar. Dertlerini anlatabilecekleri insanlar olduğunu, başkalarının da aynı dertlerden mustarip olduğunu gördüler; onların bulduğu çözümleri dinleyip kendi çözümlerini ürettiler. Zeynep Kocaoğlu: Kadınların çoğu şiddet gördüğünü söyledi. Bir kısmı gruba geldiğini eşine söylememiş. Genç bir kız, yaptığı eserleri eve götüremedi çünkü evdekilerin bunu bilmemesi gerekiyordu. Erkekler depremden sonra işlerini de kaybettiği için aile içi şiddet daha da artmış.
Çocuklar için sanat terapisini okullardaki resim ya da el işi dersinden ayıran özellik nedir? Leyla: Biz teknik öğretmiyoruz. Bizim için önemli olan, kişinin bir şeye bakmadan duygu ve düşüncelerini yansıtması. Resim çizerken özellikle etrafta fazla şey bulundurmuyoruz ki insanlar, duygularına odaklanabilsin. Genelde yapılan resimler bir hikâyeyi anlatıyor. Kişinin başından geçen ya da sadece yarattığı bir şey olabilir ama tamamen ona ait oluyor. Samantha: Grup öncesinde çocukların ne tür ihtiyaçları olduğuna, nasıl yardım edebileceğimize dair beyin fırtınası yapıyoruz. Gruplara o klinik hedefle giriyoruz. Herhangi bir resim öğretmeni, kişinin çizdiği resmi onun duygu ve düşünceleriyle ilişkilendirmeyebilir. Biz bunun için uğraşıyoruz.
Bu terapi Türkiye ’de ne kadar yaygın? Resim dışında yöntemler var mı? Leyla: Bunun eğitimini uluslararası standartlarda almış kişi sayısı Türkiye ’de çok az, zira yurtdışında yüksek lisans yapmadan çalışılmıyor. Sertifikayla çalışanlar ya da kendi tedavilerine ilaveten sanat terapisi kullananlar var ama onlara ‘sanat terapisti’ demek etik açıdan yanlış. Zeynep: Türkiye ’de 10 merkez var bu alanda. Çapa Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nde bir program var: Sanat Psikoterapisi ve Rehabilitasyon. Ben orada dans terapisi uyguluyorum. Programlarımızda resim, heykel yapımı, dans, ebru, takı tasarımı, ahşap boyama, spor, müzik, ritm gibi terapiler var. Gelenlerin tanılarında, şizofreniden bipolar kişilik bozukluğuna, manik depresyondan travmaya, yeme bozukluğuna kadar birçok vakaya rastlamak mümkün. Leyla: Gelişim bozukluğu olan ya da otizmli çocuklarla da çalışılıyor. Sadece rahatlama amaçlı da yapılıyor. Alzheimer’lı hastalarda işe yarıyor.
Projeniz devam edecek mi? Leyla: Bu pilot projeydi ama seneye büyütmek istiyoruz. Tabii bunun için para ve sponsor lazım, çünkü hepimiz gönüllü çalışıyoruz. Bu projede en büyük destekçimiz ENKA’dan Haluk Gerçek’ti. New York ’taki Türk Filantropi Vakfı da sanat malzemeleri için yardım etti. İnternet sitemizden bağışlar oldu. Van Kadın Derneği de hem bize çadır ve yemek verdi, hem iletişim için Kürtçeden çeviri yaptı.
‘O sessiz çocuk dilleniverdi’ Van ’daki unutulmaz deneyiminiz? Leyla: İlk gün babasıyla gelen 10 yaşında bir kız vardı. Adı Ceylan. Babası dedi ki; “Ceylan konuşmuyor. Depremden önce de rahatsızdı ama sonra arttı. Okula fazla gitmiyor. Gitse de öğretmenlere cevap vermiyor. 6 çocuğumun da ihtiyacı var.” Ben de “Hepsini getir” dedim. Ceylan 3. gün konuşmaya, oyunlar oynayıp şarkı söylemeye başladı. Bana hüzünlü gözlerle bakan, hiç konuşmayan o küçücük kız birden açıldı. Bu istisnai bir olay ama benim için unutulmazdı. Zeynep: Bir grupta çocuklara. “Üç dileğiniz olsun; bunları yapacağınız kesenin içine atın” dedik. İki kardeş vardı. O sabah hamile anneleri yere düşmüş; 10 gün hastanede yatacak. Çocuklar üzgün. Yazmayı bilmedikleri için yardım ettik. Biri dileğini kulağıma fısıldadı: “Annemin bir an önce iyileşmesini istiyorum.” O cümlenin nasıl içime işlediğini anlatamam... Samantha: Hiç Türkçe bilmeden Türkiye ’ye gelip böyle bir projeye dil engeliyle katılmak, insanı biraz çekingen kılıyordu. Leyla ve Zeynep’ten ayrı kaldığımızda, mimik ve jestlerimizle baş başaydık. İlginç olan şu ki, İngilizce konuştuğumda, çocuklar bana Türkçe olarak doğru cevap veriyordu. Belki ses tonumdan, hareketlerimden, belki başka bir şeyden ama içten gelen bir dürtüyle anlaşıyorduk. Konteynirin penceresinden içeriye avazı çıktığı kadar bağıran bir çocuk vardı. Ona İngilizce olarak oradan inmesini söyleyince, Türkçe olarak “Hayır, istemiyorum” diye karşı koyuyordu. Bu aslında beni rahatlattı çünkü konuşulanları anlamamaktan tedirgindim. Ashley: Mütemadiyen taş atan bir çocuk vardı. Sonra annesinin de ona taş attığını keşfettik; kafası yaralıydı. Her şeyi terörize ediyordu. Sonra bazı görevler verdik. Geçtim karşısına, “Burada kimse yaralanmak istemiyor” dedim. 10 dakika ağladı. Sonra yaramazlıklarına ve kurabiye çalmaya devam etti. Ama en azından haftanın sonunda kurabiyeleri arkadaşlarıyla paylaşmayı öğrendi.