Sami Selçuk, “Bu son derece yanlış. Tutuklama zorunlu değildir, ihtiyaridir. Yargıcın takdirine bırakılmıştır. Yetkiyi güç gösterisi olsun diye diye kullanamazsınız. Herkesin bu konularda çok dikkatli konuşması gerekir.” dedi.
17 Aralık soruşturmasında somut delillere rağmen savcının takipsizlik kararı veremeyeceğini belirten Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, bu savcıyı üniversitede ikinci sınıftan üçüncü sınıfa bile geçirmeyeceğinin altını çizdi.
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Bugün Televizyonu'nda gündemdeki konularla ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
SAVCI SOMUT DELİLLERİ GÖRMEZDEN GELEMEZ
Selçuk, isim vermeden 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıyla ilgili takipsizlik kararı veren savcıyı eleştirdi. Selçuk, “Bir savcı çıkıyor kuşkunun ötesinde elinde deliller var, kanıtlar var. Bir bakıyorsunuz bir savcı takipsizlik kararı veriyor. Bu nerenin savcısı? İstanbul'un savcısı. Yunanistan kadar nüfusu olan bir kentin savcısı. En azından 20 yıl geçmişi vardır. Bu savcı böyle bir davada tek başına karar vermemiştir. Başsavcının haberi vardır, meslektaşlarıyla tartışılmıştır konu. Bu kadar somut deliller karşısında takipsizlik kararı verdim diyor. Ben sizi ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçirmem. Savcının takdir yetkisi yoktur. Kanıtları yasaya uygun bulmadım, yeterli bulmadım diyemez. Ona yargıç karar verir. Cumhuriyet savcısı yaşanmış olan gerçeği olduğu gibi yargıcın önüne getirmekle görevlidir. Hem aleyhte hem de lehte delilleri toplayacak. Yasa öyle diyor. Somut kanıtlar var önümüzde. Cumhuriyet savcısı iddianame düzenlemek zorundadır.” dedi.
BATI ÜLKELERİNDE HİÇ KİMSE HUKUKUN DIŞINA ÇIKMAZ
Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili kırmızı bülten çıkarma hazırlıklarıyla ilgili bir soru üzerine Selçuk, şu cevabı verdi: “Böyle bir bülten çıktığı takdirde ne kadar hukukidir konusunu öbür devlet değerlendirecektir. Hiç kimse hukukun dışına çıkmaz, çıkamaz. Özellikle Batılı ülkelerde hiç mümkün değildir. Avrupa ülkelerinde buna benzer demeçlerin verilmesini, bunların onda biri olsa yer yerinden oynar.”
SULH CEZA HAKİMLİKLERİ DOĞAL YARGIÇ İLKESİNE AYKIRI
Selçuk, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Sulh Ceza Hakimliklerinin kuruluş aşamasında ‘yeni bir proje geliştiriyoruz. Çok sayıda dava açılacak' yönündeki açıklamalarında niyetin ne olduğunu kestirmenin çok zor olduğunu belirterek, “Mahkemelerin kurulması öncesinde işlenmiş suçları o mahkemeler önüne getirseniz doğal yargıç, yasal yargıç ilkesine aykırı olur. Sulh Ceza Hakimlikleri doğal yargıç ilkesine ters düşmüştür." diye konuştu.
PARALEL YAPI İDDİASI SAÇMALIK, BİLGİSİZLİĞİN DANİSKASI
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, paralel yapı iddialarının safsata olduğunu belirterek, “Bu işi bir kişi bitiriyormuş gibi diyorsunuz ki ‘Bu adam paralel yapıya aittir. Bizim aleyhimize, karar verir.' Bu tam anlamıyla saçmalıktır. Hukuk ilkelerine aykırıdır. Yargılama ilkelerine de aykırıdır. Bilgisizliğin de daniskasıdır.” ifadelerini kullandı. Türkiye'de hukuk tükendi diyen Selçuk, “Türkiye bir hukuk reformu yaptı. Ama onu istenen noktaya taşıyamadı. Ama bugün iç karartıcı bir manzara karşısındayız.” dedi. Selçuk, Yargıtay'daki üyelere ‘haşhaşi' demenin hakaret olduğunu vurgulayarak, “Bana edilseydi ben mahkemeye verirdim. Eğer bir toplumda yargıçların cesur olması bekleniyorsa o toplumda yargı bağımsız değildir.” şeklinde konuştu.
16 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN TUTUKLANMASI YANLIŞ
Selçuk, Konya'da 16 yaşındaki bir çocuğun Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanmasını eleştirdi. Selçuk, yargıcın gerekli değerlendirmeyi yapmadan karar verdiğini ve konuyla ilgili iznin Adalet Bakanının iznine bağlı olduğuna işaret etti. Selçuk, yargıçların Türkiye'yi kurtarmak ve korumak gibi bir görevinin olmadığını vurguladı. Selçuk, 16 yaşındaki bir çocuğu tutuklayan yargıcın tutuklama kararıyla ilgili açıklamasını “özrü kabahatinden büyük” şeklinde değerlendirdi.
İKTİDARA ÇOĞUNLUK ELEŞTİRİSİ
Selçuk, hükümet yetkililerin her zaman çoğunlukta olmalarını öne çıkarmasını eleştirerek, şöyle devam etti: “Sürekli olarak biz çoğunluktayız deniyor. Çoğunluk sadece size yönetme hakkı verir. Bu yönetme hakkını siz yasal, anayasal çerçevede kullanabilirsiniz. Onun dışına çıkamazsınız. Yasama olarak siz doğrudan doğruya iradenin sahibi değilsiniz. O iradeyi yasama eliyle, yargı organı, yürütme organın eliyle kullanır. Bunlar öyle demiyor. Bunları yasal çerçevede yaparsınız. Bunun dışına çıktığınız vakit gayri meşru hale düşersiniz. Bunun çok iyi yorumlayıp, çok iyi özümsemeniz gerekir. Aksi takdirde çok yanlışlıklar yaparsınız. Türkiye'deki yanlışlığın sebebi de budur. Çoğunlukçuluğun haklı olduğu bir kural yoktur. Çoğunlukta yanlış yapabilir. Bunu gözeterek Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay kurulmuştur. Türkiye ne yazık hızlı sürece gitmiştir. 2004 yılının öncesine dönmesi gerekir. “
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkililerinin Avrupa Birliği'ne yönelik sözlerini eleştiren Selçuk, “Avrupa Birliği çok önemlidir. Kürt sorununu da Avrupa Birliğine girmek çözecektir. Bundan ayrıldığınızda o sorunu bile çözmekte sıkıntı yaşarsınız. Benim adıma konuşan daha dikkatli olmalı. Avrupa Birliğini ret konusunda kimseye yetki vermiyorum.” uyarısı yaptı.
TÜRKİYE HUKUK DEVLETİ DEĞİL
Selçuk, Türkiye'nin şu anda bir hukuk devleti olmadığına işaret ederek, “Türkiye hukuk devleti değil. Gidilen süreç de gittikçe hukuk devletinde uzaklaşıldığını gösteriyor. Başlangıçlarda üzülüyordum, şimdi kaygı içindeyim." ifadelerini kullandı.
ERMENEKLİ AYŞE ANA'YA MEKTUP
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, katıldığı bir televizyon programında gündemi değerlendirdi. Ermenek'teki maden kazasında çocuğu kaybeden Ayşe Ana'ya yazdığı mektubun sorulması üzerine Selçuk, şunları anlattı: “Türkiye'de hukuk tükendi. Türkiye bir hukuk reformu yaptı. Ama onu istenen noktaya taşıyamadı. Ama bugün iç karartıcı bir manzara karşısındayız. O olayda savsama var. Gerekli kurallara uymama var. Hukuka uyulsaydı bu olay ya yaşanmayacaktı ya da daha az kayıpla yaşanacaktı. Uçaklar düşüyor diye onlardan vazgeçemezsiniz. Türk hukukunda göze alınan bir risk kavramı var. Bunu göze alırken önlemlerini alarak hukuk kurallarını sıkı sıkıya uygulayacaksınız. Kişiler de haklarını arama bilincine erişebilmeli ama madenciler ezilen bir sınıf, devlet onların haklarını da savunmalı.”
YARGININ ÜZERİNDE BASKI VAR
Selçuk, Türkiye'de yargıçlar üzerinde bir baskı olup olmadığını yönündeki soruyu ise şöyle cevapladı: "Yargıçların üzerinde bir baskı olduğunu topluma, ben de hissediyoruz. Bu kaygıları hükümetin duyması gerekir. Eğer bir toplumda yargıçların cesur olması bekleniyorsa o toplumda yargı bağımsız değildir. Hukuk toplumunda hukuk bunu yaratır. Eğer bir yargıç ‘Ben şöyle karar verirsem hakkımda şu işlem yapılır' diye korkuyorsa yargı bağımsızlığından söz edemezsiniz. Toplum sürekli olarak ‘Yargıya nasıl güveneceğiz ki” diyor. Onu dediğiniz anda bir sorun var demektir. Kesinlikle bunun üzerine gidilmesi ve giderilmesi şarttır. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) önüne gelen bir davada kıyamet kopuyor. Bırakın yargıçların üzerine gitmeyi, ‘Açıklama yapamam' demesi gereken insanlar açıklama yapıyor. Bir önyargı oluşturuluyor. Devamlı olarak AYM'ye hem yol gösteriliyor hem de aba altından sopa gösteriliyor. ‘AYM kararını tanımam' diyor.”
Böyle bir dönemin 1955-60 arası yoğun bir şekilde yaşandığını belirten Selçuk, “Hiç güzel bir dönem değildi o. Zamanın Adalet Bakanı Osman Şevki Çiçekdağ yargı üzerine baskı olmaması için çaba gösterdi ama kanser oldu, öldü.” dedi. Selçuk, ondan sonra gelen bakanların yargıçlar üzerinde baskı kurduğunu kaydetti.
YARGITAY YOZLAŞTIRILDI
Erdoğan'ın bazı yargıçları meydanlarda hain ilan etmesinin hatırlatılması üzerine Selçuk, şöyle konuştu: “Eğer Türkiye'de gerçekten demokratik bir kültür gelişmiş olsaydı o görevli yerini kaybederdi. Fransa'da De Gol bile bunu yapmamıştı. Ama Türkiye'de bunlar yaşandı. Kimsenin Alevi mi, Sünni mi olduğuna bakmadım. 40 yıllık yargı yaşamımda ‘Sen şusun dolayısıyla bunları koruyarak karar verirsin' durumuna rastlamadım. Eğer yargının içinde bir bölüm insanı ‘Sen şu gruptansın öbürü bu gruptandır. Kararlarında bunu uygulatıyorsun' derseniz bu olmaz. Yaşam biçiminiz kusurlu olabilir. Ceza hukuku bunu değerlendiremez. Ceza hukuku asla bununla uğraşmaz. Faşist rejimlerde görülmüştür, ister sağ olsun ister sol olsun. Hitler Almanyasında görülmüştür. Devlete sadık olmayan insanlar peşin peşin suçlu ilan edilmiştir. Stalin Rusyasında da aynı şey yaşanmıştır. Öyle bir sınıflandırma var ki bu Yargıtay'a kadar bulaştı. Bazı insanlar bazı kategorilere konuyor. Yargıtay'daki bir dosyaya bir kişi karar vermiyor. 5 kişi buna karar veriyor. Yargıtaya gelinceye kadar diyelim ki en baştaki kişi dediğiniz gibi o safsatanın içinde olduğunu düşünün, ilk karar veren yargıç. Ki bunu bir savcı açıyor. Onun da paralel olması lazım. Yargıç karar verirken tek başına vermiyor. Savunma makamı var, İddia makamı var, taraflar var.
Yargının bir özelliği daha var. Çelişme ilkesi diyorlar ben ona diyalektik ilke diyorum. Siz herhangi bir konuyu yargının önüne getirdiğiniz zaman hemen karşı tarafa o konuda bilgi vereceksiniz. Karşı tarafın görüşünü almadan karar veremezsiniz. Bu ilke her aşamada yaşanır. Dilekçe verilir karşı taraf cevabını verir. Tanık getirilir karşı taraf gerekeni yapar. Gelen tanık kimdir, gelen tanık diyelim ki sizsiniz. Hemen sizinle ilgili değerlendirme yapar. Kollektif bir yargılama var. Siz diyorsunuz ki, Sanki bir kişi bu işi bitiriyormuş gibi diyorsunuz ki ‘Bu adam paralel yapıya aittir. Bizim aleyhimize, karar verir.' Bu tam anlamıyla saçmalıktır. Hukuk ilkelerine aykırıdır. Yargılama ilkelerine de aykırıdır. Bilgisizliğin de daniskasıdır."
Yargıtay'ın üye sayısının artırılmasıyla ilgili soruları da cevaplayan Selçuk, şöyle devam etti: “İstinaf mahkemelerini kurarsanız ki kuruyorsunuz. ve bunu iyi çalıştırırsanız Yargıtayın işi azalır. Bence hiç gerek yoktu. Yargıtay üyelerini ve daire sayısını ne kadar çoğaltırsanız Yargıtay'ın tekliği ilkesini bozarsınız. İlk Yargıtay Fransada kurulmuştur. Her ülke Fransadan esinlenmiştr. Fransız Yargıtayında 6 daire 96 başkan ve üye vardır. Bir iş dairesinin kurulması yıllarca Fransız Yargıtayında tartışılmıştır. Biz bunları hiç ciddiye almıyoruz. Böyle bir yargıtay yeryüzünde yok. Böyle bir yargıtaya yargıtay diyemezsiniz. Adı yargıtay ama özünde yargıtay değildir. Bu son derece tehlikeli bir durum. Durmadan Yargıtay'ın üye sayısı artırılıyor. Amacın ne olduğunu bilmiyorum. İnsanların iç dünyasıyla benim işim yok. Bu şartlarda o yargıtay gerçekten son derece üzücü. Çok önemli bir kurum tam anlamıyla yozlaştırılmıştır. Ne yazık ki böyle bir yozlaştırma bugünkü iktidara nasip olmuştur.”