Geçmiş zamanın izleri; çöllerin ardında, gözlerin yurdunda ve vesikaların kuruluğunda donarak kuyuların karanlığına gizlenmiştir. Geçmişten günümüze döşenen iz taşları: Sanat estetiğinde, mimari güzellikte, ilim araştırmalarında ve gelişmelerinde medeniyet yürüyüşü olmuştur. Yaşanılan acılar veya mutluluklar gözyaşları ve gönül yasları olarak günümüzü çınlatan hatıralar olarak kalmıştır. Dünya’nın dört yanına yayılan farklı kültürler mozaiğinde kenetlenen ve medeniyet mermeri üzerinde yaşayan topluluklar vardır. Toplulukları ayakta tutan ve geliştiren din direkleri ve medeniyet dilekleri kat kat yığılan çağların alnına yaslanmıştır. Mimari usul, edebi üslup toplumların geçmişten günümüze taşınan sanat suyudur.
Akıl defterine yazılan ve kalb adresine kazılan nice hatıralar. Kimi hatıralar zamanın sert rüzgarı ile savrularak gönüllerden sökülüp unutulmuştur. Kimi zamanda toplumları sarsan ve yıkan acı olaylar nesilden nesile taşınan gözyaşı olarak kalplerden çıkmaz gözyaşı abidesi olarak kurulmuştur. Havaya yazılan ve bir tokatlık esinti ile kaybolan hatıralar. Hatıralar kimi zaman göz yaşı olarak yıkıcı ve sarsıcı olmuştur. Kimi zamanda tarihin aynasında hatıralar söz taşı olarak, yapıcı ve onarıcı kalp sıvası ile nesilden nesile aktarılmaktadır. Geçmiş medeniyetler ve devletler hep sağlam bir tarih bilinci, birikimi ve kültürü üzerine kurulmuştur. Geçmiş ve gelecek arasında yıkılmaz bağlar kurmak, onu anlamlı hâle getirmek için ufuklara doğru uzanacağımız referanslardan biri de tarih aynasıdır.
Tarihin ritmine kayıt düşen anı naaşı!
Güzel yürekli er-erkan nakışı!
Geleceğin rumuzuna işaret başı.
Çağların alnında parlayan: Osmanlı taşı
Tarihimizi anlatırken, bilhassa Osmanlı İmparatorluğunun hayat ve zamanlar ötesi biçimi, tarihsel bilinç ve kültürel birikimi, çağların ötesini algılayışı ve değerler üstü estetiği; ruhumuzun süruruna, yüreğimizin parıltısına ve düşüncelerimizin yapısına yansımaktadır. Osmanlı üç kıtaya mührünü vurmuş, üç bin direkli eserler kurmuş, her biri üç yüz bin çınar olan ecdat tohumları: Yeryüzüne Osmanlının torunları olarak yayılmıştır.
Altı yüz yıl insanlığı adalet tebessümünde yöneten değerler üstü kıymetlerin payidarı olarak; duyguların hüznünü söndüren, zulümleri batıl izansızlığın ve atıl vicdansızlığın bataklığına döndürmüştür. Şefkat koruyucu ve kollayıcı olarak insanlığın zihinsel hafızasında çürümez hayat ağacı olarak durulmuş, yüreklere sökülmeyecek tahtla kurulmuştur.
Osmanlı, ruh duyarlılığını ve asil duygularını her zaman ve mekânda açığa vurmayı¸ hatta devlet çapında bir ciddiyet ve duyarlılığa ulaştırmayı meziyet bilmiştir. Tarih bunu izah eden arşivlerle ve yaşanmış hikayelerle yüklüdür.
Sultan II.Abdülhamid Han’ın Osmanlı-Japon münasebetlerini kuvvetlendirmek için gönderdiği Ertuğrul Firkateyni 1890 Kasım ayında bir cuma sabahı Seylan’ın başkenti Kolombo’ya ulaşıp mürettebat cuma namazını kılmak için topluca gemiden inince nüfusu 300.000 olan Kolombo’da 200.000 kişilik Müslüman, Hindu ve Budist halk akın akın hilafetin yurdundan gelen gemiye ellerini verdiler, yüzlerini sürmüşlerdi. Abdülhamit Han devrinde Sri Lanka’da Osmanlı Devleti Başkonsolosu bulunmakta idi. Adada Sultan II.Abdülhamid Han’ın teşvikleriyle Kolombo Hamidiye Mektebi, 1900′de varlıklı Seylanlı Müslümanlar tarafından açılmıştır. 1889′da Kolombo’da “Müslümanların Dostu” adlı mecmuasıyla Hıristiyan misyonerlere karşı büyük bir mücadele başlatıldı. Bu gayretleri neticesinde Seylan Müslümanları cuma hutbelerinde Sultan II.Abdülhamid’in adını okuyor, mahkemelerinde Osmanlı’nın sembolü olarak fes giyiyorlardı. Seylanlı Müslümanlar; 1909′da Osmanlı Devleti donanmasına, Balkan Harbi’nde ve Kurtuluş Savaşı’nda da Anadolu’ya gizli ve bazen de açıktan yardımlar göndermişlerdir. Daha buna benzer ortak hatıralar hala sayfaların arasında, sözlerin altında anılmaktadır: Siri Lanka’da
Osmanlı büyük devlet ve medeniyet tecrübesiyle yerleştirdiği adalet, barış ve kardeşlik ufkuyla insanlığı; dil, din ve ırk gözetmeksizin şefkatle kucaklamıştır. Sömürgecilik çağında ve gözyaşı dağında: Osmanlı’nın ortaya koyduğu bu insanlık destanı, bütün Müslümanların kalbinde ve hafızasında her zaman yer bulmuştur.
Batılılar ise gittikleri yerde; yer altı ve yer üstü kaynaklarını kepçeleyerek omuzlamış, bedenleri ruhlardan kopararak ve sömürdükleri ülkelerin geleceklerini yırtarak ülkelerine refah taşımıştır. Çalınan alın teri, dökülen kan ve gözyaşı deryasında medeniyetlerini yükseltmişlerdir. Bundan dolayı bilhassa yakın tarihte sömürülerek özgürlüğüne kavuşmuş topluluklar; eziklik duygusunda olarak gelişme gösterememekte, fikri yenilik ortaya koyamamakta, zihni inkişaf yapamamakta, ruhi sancı içersinde zamanlarını okuyamamakta ve yarınlarını yakalayamadıklarını İHH ekibi olarak bulunduğumuz Siri Lanka’da gözlemledim.
FARKLILIKLARIN ÜLKESİ: SİRİ LANKA
Siri Lanka, Hint okyanusunun incisi kabul edilen ve gözyaşı gibi duran coğrafyası ile farklılıklar ülkesi. Yeşillin alabildiğine müstesna rengi ile süslenmiş, maviliğin teni ile çevrelenmiş, doğal zenginlikleri günümüze aksetmiş güzellikler yurdu…
İç içe girmiş kültürlerin bir arada nefes aldığı mozaikler yeri. İslam, Hıristiyanlık Budizm ve Hinduizm dinlerinin bir arada yaşandığı ve halklarının kaynaşarak dünyaya ses verdiği ülkesi. Siri Lanka’da şehirden şehirlere uzanırken yol boyunca gördüğümüz manzara. Araç trafiğinin yoğun geçtiği ve canlılığın olduğu arsaları kapan: Zarafet yüklü camileri yerleştirmiş, iri yada ufak Buda putu çevresine kendini yüzleştirmiş, Hindular tapınaklarını süsleyerek kondurmuş, küçükte olsa kiliseler varlığını göstermiştir. Bir diğer ilginç görüntüde ineklerin serbestçe dolaşması ve zaman zaman yola çıkarak trafiği aksatmalarıdır. Hindularca kutsal kabul edilen bu hayvanlar yaradılış hikmetinden uzaklaştırılarak amaçsız ve başıboş şekilde dolanıp durmaktadır. Bu hayvanlar içinde işkence olsa gerekir. Zira ALLAH hiçbir mahluku amaçsız ve gayesiz yaratmamıştır. Bu hayvanın etinden, sütünden, derisinden, gübresinden v.b yararlanmak için kullarına hizmet için sunulmuştur. Hindular inekleri kutsal kabul ettiğinden Müslümanların kurban bayramında gerginlikler yaşanmaktadır. Bu durumda Hinduların fitne meşalesini yakarak Müslümanları boğazlayacak duruma getirerek zarar ve ziyan vereceği korkusu duyulmaktadır.
Siri Lanka’da Devlet yapısı demokratik görülse de, kendi içersinde çelişkiler barındırıyor. Bu durum yasama ve yürütme ile kendini gösteriyor. Faklı din ve kültür bir arada yaşasa da ileride büyük çatışlara zemin hazırlayacak küçük fitne ateşi yakmakla uyuyan kitleler canavarlaşarak saldırıya geçebilirler. Diyebilirim ki, bu ülke kor halde ateşin üstünde yürümektedir. Budist olan Tamil kaplanları Müslümanların demografik yapısını değiştirerek yerlerinden etmiş, binlerce masum çocuk ve kadınlara varıncaya kadar katletmiş ve verdikleri yıkımdan sonra büyük tahribatlar bırakmıştır. Tamil kaplanlarının beyin takımları ya öldürülerek saf dışı bırakılmış, ya da batıya sürülmüştür. Er ve erbaş personeli buhar olup dağılmıştır. Müslümanlar yaşadığı travmayı atlatmaya çalışmakta ve yaraları başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ülkelerinin katkıları ile sarılmaktadır.
Eski adı Seylan olan Sri Lanka, kutsal topraklar (holy land) anlamına geliyormuş. Nüfusunun % 69′u Budist, %15′i Hindu,%8′İ Hristiyan ve %8′i Müslümanlardan oluşmaktadır. Yüzölçümü bizim Kuzey Kıbrıs Türk Cumruyetinden (3.355 km) çok daha büyüktür ve 65.610 km’lik alana yayılmıştır. Bu ülkede yaygın olarak Seylanca , Tamilce ve İngilizce konuşulmaktadır.
Sri Lanka, Doğu Afrika ve Güney Asya arasında, okyanus yolunun üzerinde bulunduğu için tüccarların tabii bir uğrak yeri olmuştur. Ülkenin tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzamaktadır. Adanın ilk olarak ismi Yunanca “bakır renkli” demek olan Toprobane idi. Arap fetihlerinden sonra, Arapça “ beklenmedik şeylerin ülkesi ” anlamına gelen Serendip denildi. Sonraları 1972 yılına kadar kullanılacak olan Seylan ismini aldı. Bu tarihten itibaren “ oldukça debdebeli ve şaşaalı ülke ” anlamına gelen, Sir hale dilindeki Sri Lanka, ülkenin bugünkü ismi olarak kalmıştır.
Özkan Karaca
ozkankaraca@atlantikmedya.com