Gamze Akdemir'in röportajı
İstanbul bir iddia... Kolay bir şehir asla değil... İçine doğmak da, içinde yaşamak da, hele ki bir yazar duyarlılığıyla izini sürmek de... Bunu yapan ehil kalemlerden biri kuşkusuz usta yazar Selim İleri.
İstanbul onun için sadece muazzam tarihi ve manzarası olan bir şehir değil... İstanbul onun için bundan ibaret değil... Memleket de... Can da canan da... Yazının izini sürdüğü, yazarlardan dağarına açılan bir yıldız yolu da...
Yaşadığım İstanbul'da, canım İstanbul'unun binlerce yıllık yaşamını, tarihî mirasını, mimarî dokusundan mutfağına kültürel birikimini, duyduk duymadık ehil yazarlarından, şairlerinden ressamlarına, tiyatro ve sinema sanatçılarına sayısız ayrıntıyla irdeliyor elbet. Ama hepsi bu kadar mı? Hiç değil hem de...
ona göre unutmak istemeyen bir yazarın kitabı. İstanbul daha yaşarken, durup dururken, bir yandan da 'tarihe karıştığı'nı imlediği şehir sonra, örselendiği... Kırk beş yıla varan kalem erbaplığında yazdıkları nedeniyle seveni de oldu, nefret edeni de... Bireyci, küçük burjuva edebiyatının temsilcisi sayıldığı da oldu... Derin acılar duyduğu zamanlar da. Kimseye kırgın değil. Kimseye saygısını yitirmedi. Susmayı tercih etti. Uygarca yaşamayı, birlikte var olmayı, birleştirici olmayı özledi hep. Bu gericilikse, 'mükemmel bir gericiyim' demesi de bundan. O zaman Yaşadığım İstanbul kitabına mükemmel bir gericinin İstanbul güncesi neden yanlış olsun. Selim İleri'yle kitabını konuştuk.
-Yazar kuşkusuz çağının tanığı, inisiyatifi hatta sivil eylemcisi... Gezegenine hele ki kentine duyarsız kalmaz, kalamaz... Ayaklarını bastığı topraktan, tarihten, ışıktan, hatta nemden, tozdan, isten bile alır gücünü, kitlelerle buluşturur, kitleleri yerinde uyandırır, uyarır... Yaşadığım İstanbul her şeyden önce 'bir yazar unutmaz ve kanmaz'ın da ifadesidir diyebilir miyiz?
- Bu kitap tanıklıklarını kitlelerle buluşturuyor mu, bilmiyorum. Gücünü -varsa- nemden, tozdan aldığını sizin incelikli saptamanızla düşünüyorum. Kitaplar keşke okurlarla daha çok buluşsa... Bugün sadece ticarileşmiş yayın dünyasının ortasında kitaplar, yani pek çok kitap sadece belli sayıdaki okurla haşır neşir. Her şeyin para değerleriyle ölçüldüğü zamanların dayatması böyle. Yaşadığım İstanbul unutmak istemeyen bir yazarın kitabı diyebiliriz. Fakat kendisinden önce de unutmak istememiş yazarların sessiz sedasız gömülmüşlüklerini de biliyor.
- Bir zamanlar var olanın yanı sıra hep var olmasını düşlemekten asla vazgeçmeyeceğiniz İstanbul'u da okuyoruz... Bu bağlamda hem nasıl bir İstanbul düşlediğinizi, hem de 'İstanbul'un sizce en ideal zamanı ne zamandı'yı anlatır mısınız bizlere?
- İstanbul doğup büyüdüğüm, git git yaşlanmaya koyulduğum kent. Hayatımın çok uzun bölümü İstanbul'da geçti. İstanbul hatıralarımın şehri, anılarla donandığım kent. İnsan yaşadığı şehri şu veya bu sebeple seviyor, o şehirden kolay kolay vazgeçemiyor. Oysa İstanbul daha yaşarken, durup dururken, bir yandan da 'tarihe karıştığım' şehir. Kadıköy'de doğdum, Bahariye Caddesi'nde tramvay dan danları dinledim. Güzelim Moda Plajı, yüzmeyi öğrendiğim Fenerbahçe Plajı, bizim erişemeyeceğimiz ama güzelliklerini uzaktan hep seyrettiğimiz köşkleriyle Suadiye, Bostancı, hele sabah saatlerinde birbirini kovalayan vapur iskeleleri... Ne kaldı geriye? Anılarım arasında o İstanbul, o Kadıköy'ü çok güzel ve beni ne kadar çok beslemiş! Mesela yazdıklarıma bakıyorum, 1970'lerin verimi Dostlukların Son Günü'nde, hemen hemen bütün hikâyelerde Şifa, Moda. Sonra da 2000'lerde, Fotoğrafı Sana Gönderiyorum'da yine oraları. Arada Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın, Gramofon Hâlâ Çalıyor, son dönemde Bu Yalan Tango: Hep Kadıköy'den semtler, yöreler... Fakat 'bugün' bunları yazınca, bilmeyerek, hiç niyetimiz olmadığı halde, Faulkner'in 'Yoknapatawpha'sı gibi kurmaca, uydurmaca bir yer yazmış gibi oluyorsunuz. Üstelik Kadıköy İstanbul'da değişime az uğramış bir bölgeyken... Düşlediğim İstanbul artık daha resimler, Nazmi Ziya'da, Çallı'da, Avni Lifij'de, Bereketoğlu'nda, Feyhaman Duran'da, Laga'da, ötekilerde... En ideal zaman da onların resimlerinde. Bir ışık vardır onların eserlerinde, adeta ortaklaşa duyumsanmış bir İstanbul ışığı. Gözlerimi kapayınca o ışığı yine görebiliyorum, ama gözlerimi açınca Necatigil'in eşsiz 'Panik' şiiri İstanbul!
'ESKİLERİN DURDUĞU BİR ZAMAN GÖRDÜM MÜ, KOŞUP YAZIYORUM'
- Yaşadığım İstanbul, kaç İstanbul'un öyküsü?
- Yaşadığım İstanbul, İstanbul'da yaşayan her kişinin her an hissetmesi gerektiği gibi, katman katman bir İstanbul, Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet, Demokrat Parti yılları, bugün. Bir köşede sizi hâlâ Bizans bekleyebilir. Mesela Narlıkapı'ya gidin, sahil yolu size hâlâ Bizans'ı söyler. Kocamustafapaşa'da bir arka sokak da hâlâ Yahya Kemal'i ve 'Kocamustafapaşa'yı... Onca değişmeye, bozulmaya rağmen 'kendini koruyan' bir İstanbul da söz konusudur. Demin Necatigil'i andım; onun bir başka şiiri, 'Yedikule', bütün çaresizliği içinde direnmiş İstanbul'u dile getirir. Ezbere bilirim: Necatigil, 'Küçük kent kapıları, sur dibi dükkânlar/ Her zaman olmalıdır/ Yolları nasılsa oralara düşenler/ Eskilerin durduğu bir zaman olmalıdır' diyor. Ben de 'Eskilerin durduğu bir zaman' gördüm mü, koşup yazıyorum.
- Öyle kent rehberliğine meyleden bir İstanbul güzellemesi değil okuduğumuz... Edebiyatın, müziğin, sinemanın, şiirin, annelerin, komşu teyzelerin, bakkal amcaların, saksı çiçeklerinin, sokak aralarının, yalı tepelerinin, sırtların, yokuşların, mazgalların, satıcıların, çocukların, şerbetlerin, şurupların, pembeleşen soğanların, balıkların, etlerin, rakıların... Hayli içsel, duygusal bir biçem...
- Evet, bütün bu saydıklarınızın, saptadıklarınızın hepsinden yararlandım, esinlendim. Öyleyken, İstanbul'da bir içlilik olup çıkıyor. Sürüp giderse İstanbul yazıları, yarın yine esinleneceğim. Gerçi gökdelenli yeni İstanbul'da 'komşu teyzeler, bakkal amcalar' git git kaybolmaya yazgılı. Fakat hiç değilse biz yaştakilerin anılarında biraz daha var olacaklar. Saksı çiçeklerinden ya da eski ve nedense hep küçümsenmiş Türk filmlerinden söz açınca biçem kendiliğinden duygusallaşıyor belki. İşin içine bugünü karıştırınca roman çeşnisi değişiyor.
'ESERLERDEN ÇOKÇA YARARLANDIM'
- Geçmişin 'hayaletleri' olarak değil kanlı canlı 'tanıkları' olarak el veriyor size referans aldığınız, saygıyla andığınız, yapıtlarıyla irdelediğiniz nice yazar... Oktay Rifat'ın, Behçet Necatigil'in, Samiha Ayverdi'nin, Sabahattin Ali'nin, Peyami Safa'nın, Sait Faik'in, Orhan Kemal'in İstanbul'u değil sadece; Abdülhak Hâmid'in Kenan Hulûsi'nin Ziya Osman Saba'nın, sizin deyiminizle iddiasız romancı Muazzez Tahsin Berkand'ın İstanbul'unu da okuyoruz... Türk edebiyatının yol haritası niteliğinde de okunabiliyor kitap'
- Yaşadığım İstanbul, edebiyatımızın eksik püksük bir yol haritasıysa ne mutlu bana. Baştan beri İstanbul yazılarında eserlerden çokça yararlandım. Bu eserlerin bazılarını zaten defalarca okudum. Zaman zaman o eserlerde yazılanlar, yaşananlardan, yaşadıklarımdan daha sahici, daha içe işleyici geldi bana. İstanbul kitaplarımdan birinde olacak, galiba İstanbul Lâle ile Sümbül de, akıbeti artık meçhul Haydarpaşa Garı bende Memleketimden İnsan Manzaraları'nın giriş bölümüyle birdenbire asıl anlamına kavuştu. Ya da, Oktay Rifat'ın Bir Kadının Penceresinden romanını okuduktan sonra, İstanbul yaşamasının bedbaht yüzünü çok daha derinden hissettim. Kenan Hulusi'nin Beyaz Ruslar'a dair harikûlade öyküleri olmasaydı, 1917'nin kılıç artıklarını İstanbul'daki acı maceralarıyla nereden sezinleyebilecektik? Muazzez Tahsin'i iyi ki andınız; bazı kitapları, biliyorsunuz, Fransız edebiyatından uyarlama. Ne var ki, örnekse Çiçeksiz Bahçe'de öyle bir Yeşilköy anlatır ki, geçmişin sayfiye semti Yeşilköy'e Yeşilköy'deki o alafranga dünyaya ait çok önemli bir belgedir...
- Yapıt, sizin edebiyatınızın da yol haritası kuşkusuz' Selim İleri'nin İstanbul yazılarını, yapıtlarındaki yeri malum olsa da soracağım. Nasıl başladı İstanbul yazılarınız? Bir de Çelik Gülersoy'un size hediye ettiği İstanbul Kitaplığı'nın 1988 basımı kataloğu da sizin için önemli bir kaynak olmuş değil mi?
- İstanbul yazıları benim dışımda başladı. Yani tasarılarım arasında yoktu. İstanbul, öykülerimde, romanlarımda fondu. Belki o yüzden dikkati çekti. Yazmaya başlayınca, İstanbul'u başka türlü görmeye, okumaya, duyumsamaya yol aldım. bir roman okuyorsunuz, iki satır fakat pırıltılı bir tasvir çıkıyor karşınıza, hemen not alıyorsunuz; bir gün mutlaka bir yazıda anmak üzere ya da bir resme, sözgelimi Cihat Burak'ın bir eserine, o resimdeki İstanbul ayrıntısına artık odaklanıp kalıyorsunuz; tabii yazmak için. Yazmak için bir 'İstanbul avcısı'na dönüşüyorsunuz... Çelik Bey dostumdu, İstanbul'u en çok sevenlerdendi. İstanbul Kitaplığı'nı şehre armağan etti. Bu görkemli armağandan ne kadar yararlanıldı, bilemem. Çelik Bey'le dostluğumuz, ismini vermeden onun aleyhine yazdığım gayet yersiz bir yazıdan sonra başlamıştır. Bugün en çok özlediğim kişilerden biri. Diyebilirim ki, 'İstanbul heyecanları'yla yaşayıp öldü.
- Sürekli ve 'acayip' hızda değişen bir kente dair altmış yıla varan bir tanıklık... Çarpık yapılaşması, kültürün uğradığı erozyon düşünülünce, değişim gelişimle koşut olmayınca mustarip oluyor yazar da haliyle... Yer yer erke ve duyarsız sakinlerine atfedili, çokça tüh çeken, yazık edildi, ediliyor diyen yerleri de yok değil kitabın' Kitabı yazarken hissettiğiniz en baskın duygu hangisi olsa gerek; hüzün, erinç, coşku, hayranlık, hasret?
- Galiba tümü bir arada. Ama insan olarak da öyleyim herhalde. Şimdi bir erince kapılıp gitmişken hemen sonrasında hüzün; böyleyim. Ayrıca, yaşadığım İstanbul bunların tümünü art arda, iç içe zaten yaşatıyor. Evet, Emek Sineması'nın yerli yerinde kalması için dilimiz döndüğünce bir şeyler söyledik ama; bir gün koskoca Saray Sineması'nın yerinde yeller estiğini görünce donup kalmıştım. Oturup yazmıştım, elbette bir hüzün yazısıydı.
- Anne İstanbul'u da Yaşadığım İstanbul, 'Bu çirkin dünyada çok özledim' dediğiniz annenizin canım İstanbul'u da...
- Annem İstanbul'un güzel bir zamanında yaşamış. Ama mutlu bir yaşam mı? Sanmıyorum. O dönemin bütün insanları, özellikle kadınları gibi, içe kapanıktı, susanlardan, söylemeyenlerdendi. Tıpkı babam gibi. Kol kırılır yen içinde kalır, o kuşağa ne kadar yaraşıyor!
Annemin İstanbul'a dair sevinçleri vardı, mesela baharın gelişine sevinirdi, kırlarını canavarca tüketmemiş İstanbul'da, gelincikler, papatyalar... Varlıklı insanların az berisinde orta halli bir aileydik. Annem, 'Şahane Bir Tuvalet' hikâyesinde anlattığım gibi, dar olanaklı hayatından şikâyet etmemeyi bilirdi. O kuşağın uçsuz bucaksız özverisi beni her zaman etkiledi. Ölünceye kadar da etkileyecek.
'BUGÜNÜNDE İSTANBUL'A DAİR BİR ROMANIN TADI TUZU EKSİK!'
- Biliyorum İstanbul'daki en'lerinizi sormak kuşkusuz sizi sıkıntıya sokmaktır ama sordum bile; en özlediğiniz; yaşamayı en arzu ettiğiniz, yaşamayı hiç tercih etmeyeceğiniz, en şaşaalı, en hazin, en karışık, en huzurlu, en üretken, en savruk dönemleri, zaman dilimleri hangileridir?
- Semt: Bir yaz günü Boğaziçi'nde bir kıyı semti, her iki yakada da. Mimari yapıt: Yüzyıllardan kalma, nasılsa çokça dokunulmamış, küçücük bir semt camii. Kuzguncuk'ta olduğunca, hemen bitişiğinde ya da az ötesinde yine küçük bir kilise. Gelenek: Yaz sonu, hiç değilse bazı evlerde, kış sofraları için hâlâ kurulan turşular. En özlediğim dönem, çocukluğumun 1960'a kadarki, hayal meyal hatırladığım ortamı. 1930'larda Türkçe tangolar dönemini yaşamak isterdim. Mütareke dönemini yaşamak istemezdim. Melling'in gravürlerindeki İstanbul bence çok şaşaalı. Bizans'ın sonu bence çok hazin. Genç Osman'ın sonu en karışık; en huzurlusunu bilemiyorum. Üretken ve savruk dönemleri saptamak ise hayli zor. Çünkü İstanbul hemen her çağında üretmiş, hem de mirasyedi savurganlığıyla harcamıştır.
- Bugünün İstanbul'unu kent olarak özneye yerleştiren bir romanın tadı tuzu eksik midir sizce? İstanbul'u tüm duygularıyla tam bir insan olarak konuşturan bir kitap yazsanız neler söyletirdiniz ona?
- Yaşıyorum İstanbul'da, gittiğimiz, bir anlamda sığındığımız mekânlar, nefes aldığımız yerler, deniz kıyıları, eşsiz tarihi yapılar... Bunlardan dolayı İstanbul'u hep korumak geçiyor içimden. Ama bugününde İstanbul'a dair bir romanın pek tatsız tuzsuz kalacağını da inkâr edemiyorum. İstanbul'u konuşturabilseydim, 'Durun artık! İlişmeyin bana...' dedirtirdim...
'SEVENİM DE OLDU, NEFRET EDENİM DE. SUSTUM. KİMSEYE KIRGIN DEĞİLİM'
- Bir yerde okumuştum; 'mükemmel bir gerici' misiniz sahi?
- Kırk beş yıldır yazı dünyasının içindeyim. Benden, yazdıklarım sebebiyle sevgiyle de söz açanlar oldu, handiyse nefretle de. Her Gece Bodrum, Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi, bu romanlar dolayısıyla bireyci, küçük burjuva edebiyatının temsilcisi sayıldım 1980'lerde. 2000'lerde bir gün Varlık dergisini açtım, değerli Erendiz Atasü'nün Cehennem Kraliçesi için yazdığı incelemeyi okudum; hiç yalan söylemeyeceğim, hıçkıra hıçkıra ağladım. Erendiz Atasü'yle tanışmıyorduk, yani bir iki telefon görüşmesi, Ankara'da bir televizyon programı, o kadar. Ona telefon ettim, o andaki sevincimi, coşkumu şimdi de duyuyorum... Benden kaynaklanmayan sebeplerle oradan oraya savruldum ya da daha doğrusu, savrulmak zorunda bırakıldım. Beni okuyanlar bilecek, susmayı tercih ettim. Kimseye kırgın değilim. Kimseye bu olup bitenlerden dolayı saygımı yitirmedim. Karşımdakini anlayan bir insan olmaya çalıştım. Derin acılar duyduğum zamanlar oldu. Tanpınar, güncesinde, 'in'ine çekildiğini söylüyor; inime çekilmeye çalıştım. Uygarca yaşamayı, birlikte var olmayı, birleştirici olmayı özlemek kimilerince gericilikse, mükemmel bir gericiyim.
- Bu arada kitabınızda 'Osmanlı tarihinden yıllar yılı korktum' diyorsunuz. Neden? Ayrıca IV. Murat ile ilgili bir roman yazmayı hep tasarladığınızı da okuyoruz. Bunu da anlatır mısınız?
- IV. Murat'ı yazmaktan vazgeçmiş değilim. Zaten iki yüz sayfayı aşkın bir ham yazış var elimde. Araya Bu Yalan Tango girdi, Yağmur Akşamları girdi. Çünkü Osmanlı dönemi için kaleme getirilmiş tarihler tezatlar toplamı. Hatta, aynı tarihçi, aynı eserinde kendisiyle çelişiyor. Sizin bir senteze ulaşmanız şart. Hatta, tarihten bağımsız, 'tarihî' olmayan bir roman yazsanız bile.
- Başka hangi yapıta ya da yapıtlara hazırlanıyorsunuz?
- Bir roman: Mel'un / Bir Uz Yarılması. Yarısındayım.
- Değer görüldüğünüz Aydın Doğan Ödülü' Beklemediğinizi, şaşırdığınızı okumuştum' Neden?
- Beklemiyordum gerçekten, hatta bu yıl öykü dalında verileceğinden haberim yoktu. Her saygın ödülde olması gerektiği gibi, siz başvurmuyorsunuz, seçici kurul sizi ödüllendiriyor. Bence bu çok önemli. Seçici kurula teşekkür ediyorum...
()
Haber Kaynağı : Haber7.com