Bulaç, AKP hükümetiyle dış politikada yaşanan sıçramanın bir ilizyon ve taktikten ibaret olduğunu söyerken "Batı dünyasının angajmanı olduğumuz sürece dış politikada hiç bir şeyi değiştiremeyiz" dedi.
Gelinen noktayı "Dış politikada acı gerçek!" olarak tarif eden Zaman yazarı Türkiye'nin bölgedeki halmelelerinin AKP'ye özel bir süreç olmadığını bu konseptin Turgut Özal zamanında kurulduğunu yazdı. Batı'nın Türkiye'ye bölgede çok sınırlı bir hareket alanı sunduğunu kaydeden Bulaç, stratejik bir hamleye ise asla izin vermediklerini, vermeyeceklerini savundu. Dış poltikada AKP öncesiyle AKP dönemi arasında yapısal bir fark olmadığının görüldüğümü kaydeden Bulaç, Özal'ın ABD'lileri ikna ettiği konsepti hatırlattı, İsmail Cem döneminde gündeme gelen "sıfır sorun" politikasının patentinin AKP öncesine ait olduğunu vurguladı.
BU SORUYA YANIT ARADI
"Batı'ya angajmanlarımız bizi 'kuruş hesabında kâra geçiriyor, lira hesabında zarara' uğratıyor" diyen Bulaç muhafakar aydınlar arasında tartışma çıkaracak yazısında şöyle diyor:
Evet, "ne oldu da dış politikada 10 yıl öncesine döndük?" sorusuna cevap arayalım.
Dış politikanın malul olduğu iki sebep gerilemede etkin rol oynadı: Biri Türkiye'nin angajmanları; diğeri bölgeye empoze etmeye çalıştığı modelin bünyevi zaafları. Etkileyici bir sebep daha var; o da son dönemde iç ve dış politikaya rengini vermekte olan "İttihatçı, Neo Osmanlıcı ve milliyetçi dil, retorik ve yaklaşım"ın bölge ülkelerini ürkütecek boyutlarda kendini tezahür ettirmesi.
Belirtmek gerekir ki, son on yılda takip edilen politika "taktikler seviyesi"nde doğruydu; heyecan vericiydi:
"Komşularla sıfır ihtilaf, sakin güç; ticarî-ekonomik ilişkileri öncelemek vs. Nitekim gözlendiği üzere İran'dan Mısır'a ve Afrika açılımına kadar her temas noktasında bu taktikler iyi sonuç verdi. Ancak her şey ABD ve AB'nin göz yumduğu 'marja bağımlı' olduğundan, işin Türkiye'yi sahiden bölge halklarıyla buluşturacak noktalara gelmesine izin verilmeyecekti. Bu da Türkiye'nin Batı ile angajmanları dolayısıyla zaten sınırlı limitler içinde hareket etmek durumunda olmasından kaynaklanan acı gerçeğe işaret eder. Elde edilen sonuçlar 'taktikler seviyesi'nden çıkıp sanki Türkiye kendi adına bölgede iş yapıyor görüntüsünü vermeye başlayınca müttefikleri önüne 'Stop!' levhasını dikti.
Bize hatırlattıkları gerçek şuydu: Türkiye, Batı İttifakı'nın/NATO'nun üyesidir; AB üyelik sürecini takip etmektedir; ABD ile model ortaklığı vardır. Yani Türkiye, ABD ve AB'ye rağmen bölgede rol oynayamaz, ABD ve AB'nin çizdiği stratejik sınırlar dahilinde hareket edebilir ancak.
Bu da gösteriyor ki, son 10 yılda Türkiye'ye tanınan serbesti 'stratejik' değil, 'taktik ve operasyonel alan'la sınırlıdır. Esasında Türkiye, taktikler ve operasyonlar seviyesinde görece özerk davranma iznini bu hükümet döneminde değil, ta Özal döneminde koparmıştı; 'çok boyutlu dış politika ve komşularla sıfır ihtilaf'İsmail Cem döneminde tartışılmıştı. Özal, ABD'lileri şuna ikna etmişti: 'Siz bölgeyi bizim kadar iyi bilmiyorsunuz, fil gibi zücaciye dükkânına dalıyor, her yeri darmadağın edip çıkıyorsunuz. Bizi bölgede özerk bırakın, biz bölgenin dilini, reflekslerini, kodlarını çok iyi biliriz. Ortaya çıkacak sonuç hem sizin hem bizim çıkarımıza olacaktır.' Batı kısmen buna ikna oldu.