Ciddi ciddi yorumlar…
Büyük büyük laflar…
Keramet anlatır gibi dikkat çekmeler. Gerdan kıvırmalar, baş sallamalar…
Konu Akparti’nin son genel kongresinde belirlenmiş parti yönetimi. Özellikle transfer sonucu gelen yeni isimler ve görevleri…
Kimisine göre bu partinin sağa açılımı, kimine göre sola açılımı, kimine göre Milli Görüş’e doğru dümen kırması ya da makro ekonominin, mikro bakış açısıyla yeni rotaya çevrilmesi için özel olarak belirlenmiş isimlerin iş başına getirilmesi… Her kafadan ayrı bir yorum ki sormayın.
Meşhur fıkradır:
Bir tren kompartmanı. Bir yaşlı kadın, bir genç kız, bir yaşlı adam, bir delikanlı, bir de Yahudi beraber seyahat ediyorlar. Derken tren bir tünele girer ve kompartman zifiri karanlık olur. Tam o anda bir öpücük sesi, arkasından da şırrak diye bir tokat sesi yankılanır. Tren tünelden çıkmış ve kompartman aydınlanmıştır. Herkes birbirine tuhaf tuhaf bakmakta, kiminin yüzünde öfke, kiminin yüzünde çapkın edalı bir tebessüm. Yahudi ise arkasına yaslanmış şöyle düşünmektedir:
-Dudaklarımla bir öpücük sesi yaptım, elimi de dizime hızlıca vurdum. Şimdi bu insanlar neler düşünüyorlar kim bilir?
Akparti’de olanlar da bundan farklı değil. Tek seçici, tek karar verici, “ustaların ustası” Recep Tayip Erdoğan oturmuş isimleri belirlemiştir. 17 yıl beraber çalıştığım, mali işlerden sorumlu yardımcılığını yürüttüğüm bir insanın, hangi mantıkla bu tercihleri yaptığını en iyi ben tahmin edebilirim. Öyle büyük büyük yorumları, akademik tabirleri alt alta sıralayarak tercihlerin böyle seçilmiş olduğunu anlatmayı falan bir tarafa bırakalım. Neden böyle bir liste yaptığını ben söyleyeyim. Benim tahminin gerçeğe en yakın tahmindir. Çünkü en uzun süre onu en yakından tanıyan biri olarak, en mahrem konular hakkında beyin kıvrımlarının arasındaki düşünce kalıntılarını bile okuyabilirim.
Malum iktidara gelebilmek için bir takım çevrelerle bir takım mutabakatlara vardı. Milli Görüş’ten ayrıldı, kendisine Batı Medeniyeti kontrolünde bir yol çizdi. Bunları yaparken kendisini iktidara getirdiklerinde icraatlarını kendi özgür iradesiyle yapacağını sanıyordu. Ama öyle olmadı. Kendisi konuşuyor, söylüyor, propaganda yapıyor, ama icraata gelince onu dinleyen bile yok, hep o çevrelerin dediği oluyor. Mesela Afganistan’a NATO’nun bir üyesi olarak ve pis işlere ortak olarak gitmeyi kesinlikle istemiyordu, ama götürdüler. Yüzbinlerce Müslüman’ın öldürülüp yakılmasına ve cesetlerine işenmesine seyirci kaldı. Haçlıların Irak’a hemen girip, Saddam’ı devirip demokrasiyi kurup, (olmayan)kitle imha silahlarını yok edip çıkacaklarını zannederek onlara yardım etti, hatta dua etti. Ama öyle olmadı. Öyle olmadı. Milyonla Müslüman öldürüp yüzbinlerce tecavüz gerçekleştirdiler. Vahşet üstüne vahşet… Libya’ya da gidilmesine karşıydı. “NATO’nun orada ne işi var yahu?”, bile dedi. Ama istemese de rol verilmişti, gitti canileri koruma rolünü oynadı, onbinlerce Müslüman’ın öldürülmesini, Libya’nın yıkılmasını, Kaddafi’nin linç edilmesini seyretmek zorunda bırakıldı. İslam ülkelerine laikliği tavsiye etmesi dayatıldı, ses çıkaramadı, aynen yaptı. NATO’nun topraklarımıza “bela paratöneri” kurmasını hiç istemiyordu, ama allem edip kalem edip sonunda Malatya’ya kurdular. Hollanda’da Efendimize hakaret eden rezil insanları himaye eden Rasmussen’in, NATO genel sekreteri olmasını kesinlikle istemiyordu. Ne yaptılar ettiler, Rasmussen’i NATO’nun başına getirdiler. Bir dönem yetmezmiş gibi şimdi görev süresini de uzattılar, kendisine bütün bu kararları imzalattılar. Rasmussen şimdi Müslümanların başına bomba yağdırmakla meşgul.
Büyük Ortadoğu Projesi diye bir projeyi önüne getirdiler. Allayıp pullayıp “eşbaşkanlığı”nı kabul ettirdiler. Bu proje çerçevesinde İslam ülkelerinin mahvolduğunu görüyor, ayrılmak istiyor, vebali üstünden atmak istiyor, ama ne mümkün. Cinayetler ve tecavüzler onun adına yapılıyor. O bu rezil projeden ayrılmak istedikçe ikide bir gelip ayar çekip gidiyorlar. Suriye ile iyi ilişkiler geliştirmek istiyordu. Geliştirdi de. Karşılıklı vizeleri bile kaldırmışlardı. Hatta böyle böyle yapıp “Osmanlı’yı da biz kuracağız!” fısıltısını yayarak nice safların oylarını bile almıştı. Ama gelin görün ki, bu planlarını da bozdular, Suriye ve İran’la kanlı bıçaklı duruma getirdiler. Kıbrıs’ta öyle, Ege’de öyle, Ermeni meselsinde öyle, patrikhane meselsinde öyle, Avrupa birliği için papazın kucağında imzalattırdıkları belgeler öyle. Öyle oğlu öyle…
İçerde de farklı bir durum yok. Havuz sistemini uygulayacağım diyerek acil eylem planına yazmıştı, buna rağmen uygulattırmayıp iç ve dış rantiyecilere on yılda yüzmilyarlarca doları faiz adı altında ödettiler. Faizin bir dünya gerçeği olduğunu söylettirerek aldattılar. Zinayı serbest bıraktırttılar. Her türlü cinsi sapıklığı hürriyet olarak ifade etmesini sağladılar.
Terörü bitireceğim diye kaç defa ilan ettiyse, stratejik ortakları benzin döküp terörü azdırdılar. Hergün onlarca şehit tabutu Türkiye sathına dağıldıkça onun yağları eriyor ama tedbir aldırmıyorlar. Çünkü istihbarat yollarını tutmuşlar, havadan ve yerden terörü yönlendirip yardım edip istedikleri gibi kullanıyorlar. Eğitim sistemini istediği gibi düzenleyip yüreğini hiç olmazsa birazcık ferahlandıracak icraatlar yapmak istedi. Onun da müfredatını istediği gibi yapmasına müsaade etmiyorlar. İçerde de istediklerini yaptırmıyorlar. Bundan dolayı içinde fırtınalar kopuyor.
İşte o çaresizlik içinde, Refah Partisi döneminde yaptığı ve kimsenin müdahale etmediği icraatları düşünüyor. O başarıları ve uyumu özlüyor. Hatta o kadar özlemiş olmalı ki, kendi partisinden bahsederken zaman zaman farkında olmadan Refah Partisi diyor. Kongrede de bunun için “Erbakan’ın yolundayız” demekle kalmadı, eliyle Refah selamı verdi. Sonra farkına varınca kızardı bozardı, utandı. Anlaşılıyor ki, bilinç altında hep Refah Partisi ve Erbakan var.
Kendisi, hiç istemediği ve tasvip etmediği icraatların, kendi adına yaptırıldığını gördükçe, çaresizlik içinde kahroluyor. Bir de ömürlerin sınırlı olduğunu, sona doğru yaklaşmakta olduğunu düşündükçe bu amellerle Hakk’ın huzuruna nasıl varacağını düşünüp daha da mahvoluyor, panikliyor. Hükümetteki kontrolünün sonlarına geldiğine göre, artık düzeltmekten ümidini de kesmiş olmalı ki, hiç olmazsa kendinden sonra iyi şeyler yapılmasını arzuluyor. İyi şeyler deyince zaten bilinç altında hep Merhum Erbakan Hoca’nın yaptıkları mevcut. O halde Erbakan’dan elektrik almış birilerini yanıma çekeyim diye düşünmüş olmalı ki, bu tarafa doğru oltasını savurdu. Oltaya takılanlar oldu. Onları alıp hemen en etkili yerlere getirdi. Kendinden sonra hayırlı işler yapsınlar diye. Ama gelin görün ki oltaya takılanlar Merhum Erbakan’dan elektrik almış kişiler değil, yalıtkan oldukları için zerre elektriklenmeyen kişiler çıktı. Kuru tahta yalıtkandır elektrik alabilir mi? Zaten elektrik almış olsalar oltaya takılırlar mıydı? Böylece Başbakan’ın kendinden sonra iyi şeyler yapılacağı ümidi de boşa çıkacaktır.
En başta söylediğim gibi, koca koca adamlar oturmuşlar yeni transfer ettiği kişileri neden oraya, ya da buraya yerleştirmiş olduğunu tevil ve tefsir etmek babından cevherler yumurtluyorlar.
Kimse büyük büyük laflar etmesin. Onu, benim anladığım gibi anlasınlar. O tek adam, tek seçici, ama çaresiz. Çıkmazda bir “tek adam.” Allah’ın huzuruna bu icraatlarla çıkmak zorunda kalacağını düşünerek panikleyen bir “tek adam!..”
SÜRÜDEN AYRILANI…
Bedeninde yırtıldı kaç gelinlik,
Elinde soldu, yaktığı kaç kına;
Ormanda kurt, kuş, şimdi de kral aslan,
Bu kaçıncı düğün bizim kaçkına!..
Ekrem Şama