Reyhan Aydın’ın Diyarbakır izlenimleri ve baRış süreci ile ilgili görüşmeleri kapsamında Hüdapar Diyarbakır İl Başkanı ile röportaj yaptı.
REYHAN AYDIN: Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
ŞEHMUZ TANRIKULU: İsmim Şeyhmus Tanrıkulu. Diyarbakırlıyım.
Hüdapar’ın kurucu üyelerinden birisiyim. Yaklaşık 1 yıldır Diyarbakır il başkanlığı görevini yürütmekteyim. Evliyim. Genelde reklam işleriyle uğraşıyoruz.
REYHAN AYDIN: Sayın Başkanım, çözüm sürecinin bölgeye yansıması nasıl oldu? Öncesi nasıldı? Şimdi nasıl? Halkın bakış açısı nedir?
ŞEYHMUS TANRIKULU: Ülkemizde yarım asırdan fazladır gündemi meşgul eden bir Kürt sorunu var ve Kürtlerin tüm sivil toplum kuruluşlarının ve siyasi partilerin dile getirdiği ortak meşru hak talepleri var. Osmanlı zamanında Kürtler özellikle medreseler vasıtasıyla kendi dillerini, inançlarını muhafaza edebildiler. 1. Dünya savaşında, Kurtuluş Savaşında, Balkan Savaşında omuz omuza savaşan ve Allah için hep birlikte cihat eden Türkler ve Kürtler savaş sonunda bağımsız bir devlet kurdular.
Bunlar savaşırken kendi aralarında yapmış oldukları bazı anlaşmalar vardı. Özellikle; 1921 anayasasında şu ön plana çıkmıştır: Kürtlere özerkliğin verilmesi ve aynı zamanda bu ülkenin kurucu asli unsurları Kürtler ve Türkler’dir gibi çok önemli haklar üzerinde anlaşma sağlanmıştı. Fakat maalesef Kemalist rejim ve o zihniyete sahip olan insanlar devletin kurumlarını ele geçirdikten üç, beş yıl içerisinde zamanında birlikte savaştıkları insanlara karşı zulüm ve haksızlık etmeye başladılar ve onları tasfiye etmeye çalıştılar. Tüm bunları yaparken kendilerine 2 düşman seçtiler, Birincisi Türkiye genelindeki Müslümanlar’ı laiklik ilkesiyle, ikincisi de ırkçılık ilkesiyle Kürtleri. Çünkü Türklerden sonra en fazla nüfusa sahip olan Kürtlerdir. Şu anda bile 30 milyon Kürdün olduğu söyleniyor.
Kemalist rejimin Müslümanları tasfiye girişimine karşı hem Türklerden hem Kürtlerden direnenler genelllikle âlimler, şeyhler olmuştur. Ancak organize olamadıkları için ve karşılarında silahlı bir güç olduğundan başarılı olamamışlardır. Kemalist rejim Türkiye’yi kurmadan önce kullanmış olduğu değerleri, İslam’ın şiarlarını; Kuranı Kerim, Sünnet, Cihad gibi kavramlara cumhuriyeti kurduktan sonra savaş açtı ve İslam’ın bu şiarlarını kaldırmaya çalıştı. Hedefi şuydu: laik bir Türkiye ve yeni bir ulus inşa etme. Ancak bize okullarda öğretildiği gibi din ve devlet işlerini birbirinden ayıran laiklik değildi. Tamamen din’e ve dindarlara karşı kullanılabilecek Din karşıtı bir laiklik veya laisizm. Fransa’dan alınan laisizmi bir baskı aracı olarak uygulamaya çalıştılar.
Dolayısıyla Kürtler de Kürtlerin Âlimleri ve şeyhleri de bu yapılan uygulamaları kabul etmediler. Kemalist rejimin en büyük ihaneti sembolik”te olsa Müslümanları temsil eden hilafet’i kaldırmasıydı. Bu gün nüfusları 2 milyarı bulan İslam âlemine yapılan en büyük darbeydi bu. Hilafetin kaldırırlması ezanın Türkçeye çevrilmesinden bile daha önemlidir. Yani bir Katolik veya bir Ortodoks dünyasının dini lideri varken Mustafa kemal ve arkadaşları hilafetim kaldırarak İslam dünyasına en büyük ihaneti yaptılar. Bugün İslam âleminde dökülen kanların en büyük sebebi budur. Bugün İslam dünyasını bir araya getirecek sembolik’te olsa hilafet müessesi olsaydı Amerika veya batı İslam ülkelerine gidip 10 milyonlarca insanın kanını dökemeyecekti.
Çözüm sürecine gelince silahların geçicide olsa susması halk tarafından sevinçle karşılanmış bir durumdur. Çünkü bir asra yakındır mazlum Kürt halkı katledildi, sürüldü, büyük mağduriyetler yaşadı.
İki asra yakındır devam eden Kürt sorunun 35 yıllık PKK sorununa indirgemek yanlıştır. Çözüm sürecinde PKK sorunuyla Kürt sorununun ilk etapta birleştirildiğini gördük. Bundan dolayı son 3, 4 yıldır bunun yanlış olduğunu ve böyle sürerse bunun neticesiz olacağını söyledik. Bu iki sorun ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
PKK her ne kadar Kürtlerin mazlumiyetini ve mağduriyetini kullanıp söylemlerde bulunsa da ideolojik olarak tamamen farklı bir düşünceye sahiptir. Marksisit-sol ideolojiye sahip bir örgütün Müslüman Kürt halkının bütün taleplerini, istemesi, dile getirmesi, sahiplenmesi beklenemez.
Ayrıca anayasada eşit bir vatandaşlık tanımının yapılması gerekir. Şu anda Türkiye’de yaşayan herkes Türk vatandaşıdır deniyor. Biz bunu kabul etmiyoruz. Irkçılığa isnad edilen tüm ifadelerin kaldırılması gerekiyor. Diğer bir konu Kürtçenin kamusal alana girme gerekliliğidir. Medreselere yer verilmesi gerekiyor, Kürtlerin âlimlerinin, şeyhlerinin mezar yerlerinin neresi olduğunun açıklanması gerekiyor. Çok değerli Âlimlerimizin mezar yerleri bilinmiyor. Ve devlet bir asra yakındır Kürt halkına yaptığı zulümlerden dolayı özür dilemelidir. Mağdur ettiği ailelere tazminat ödemelidir. Genel olarak barış ortamında yaşamak istiyorsak genel bir af da çıkarılmalıdır. Bu ve buna benzeri konular bizim taleplerimiz. Bunlar kırmızı çizgilerdir pazarlık konusu yapılamazlar. Ve bir an önce verilmeleri gerekmektedir.
Ancak AKP hükumeti bu konuda çok ağır davranmaktadır. Evet çözüm süreci boyunca, polis ölmedi, asker ölmedi, PKK’lı unsurlar da ölmedi ancak bu süreç içerisinde PKK’ nın bölgede yaptığı başka çalışmalar var. Mesela Hür Dava Partisi’ne, İslami Sivil Toplum Kuruluşlarına ve dindar insanlara yapmış olduğu 200 e yakın saldırı var. Bunlardan da Yasin BÖRÜ cinayetinden başka hiçbirinin faili yakalanmadı. Yasin BÖRÜ ve arkadaşları da Türkiye’de kamuoyuna mal olduğundan dolayı ve medyada videolar gösterildiği için ister istemez devlet olaya el attı ve faillerini yakaladı.
REYHAN AYDIN: Bu çözümü istemeyen çok fazla malumunuz. Mesela; bir Batman olayında bir “Allahu Ekber” denildiği için Hizbullah’a veya size mal edilmeye çalışıldı. Buradaki simgeler kullanılmaya çalışılıyor.Diğer taraftan da PKK saldırıyor izlenimi veriliyor. Bunun üzerine defalarca açıklama yapmanıza rağmen, her İslami hareketi sizden biliyorlar. Hâlbuki bir sürü İslami topluluk var burada. Yani bu dış mihraklar; artık paralel mi dersiniz, yabancı eller mi dersiniz bilemem oyunlar onanıyor. Bence bunlara çok dikkat edilmeli. Çatışma yaratmak için size yapılan saldırılarıda PKK yapmıyor yapıyormuş gibi gösterilebilir mi? Süreci baltalamak için.
ŞEHMUZ TANRIKULU: Biz bu güne kadar elimizde delil olmadan hiçbir konu için konuşmadık konuşmayız da. Biz bunları söylerken bazı delillere dayanarak söylüyoruz. Biz hiçbir zaman çatışmadan, kavgadan yana olmadık. Bize yapılan bu saldırıların faillerini bulmadıkları için 1. Derecede devleti, hükümeti suçlamışızdır. Niçin? Devlet veya hükümet bir siyasi partiye defalarca saldırı yapılıyor ve failleri bulunmuyorsa birinci derecede devletin temsilcisi hükümet suçludur.
İkinci suçlu ise; genelde yapmış olduğu sokak eylemleri veya kitlesel basın açıklamalarından sonra o kitleden dağılan HDP’li ve PKK’lı guruplardır. Bundan dolayı HDP ve PKK’ yı suçlamışız. Niçin bize saldırıyorsunuz? Bugüne kadar bize yapılan saldırıları neden kınamıyorsunuz? Kınamıyorsan destekliyorsun demektir. Biz öyle görüyoruz. Burada siyaset yapan herkes hizmet ettiği halkın inancına ve iradesine saygı göstermelidir. Bu halk artık batı halklarının rahat yaşam şartları gibi rahat bir ortamda yaşamak istiyor, savaş, çatışma istemiyor. Bölge nefes alsın istiyoruz. Halkın iradesi bu yöndedir. Biz siyaseti halkın iradesi yönünde yapmazsak bu halka ihanet etmiş oluruz.
Bunun için açık bir şekilde diyebilirim ki; Lice, Batman, Kobani ve Cizre olayları PKK’nın bize yaptığı saldırılardır. Bizi hedef gösterenler: Abdullah Öcalan, Selahattin Demirtaş, Gülten Kışanak, Diyarbakır eski il başkanı Zübeyde Zümrüt ve KCK yetkilileridir.Tamamen bizi açıklamalarında hedef göstermişlerdir. Bize saldırılarını meşrulaştırmak ve bizi imha etmek için İŞİD yalanına sarıldılar. Bu halk bizim İŞİD’le uzaktan yakından bir ilgimiz olmadığını çok iyi biliyor.
Halk bizi tanıdığı için onların bu oyunlarını görmedi. Aynı ailenin içinden PKK’lı ve HÜDAPAR’lı olanlar var. Bu oyunları gördüler. Onlar bizleri tehdit olarak görüyorlar. Çünkü AKP tarafından yapılan analizlere de bakılırsa bu bölgede CHP, MHP ya da diğer Kemalist Düşünceler yok olduysa AKP’nin de 3, 5 yıl sonra yok olacağını söylüyorlar. Almış olduğu %50’lik oyun büyük bir kısmının HÜDAPAR’a geleceğini düşünüyoruz. Bunun içinde halkı bizden etik olmayan şekilde uzaklaştırmaya çalışıyor. Biz kimseyi yanlış bir şeyle suçlamadık.
Şu da çok önemli hiçbir grup; kendi menfaatini bu halkın menfaatinden üstün göremez. Asıl olan halkının menfaatidir. Ancak PKK elindeki silah gücüyle, kendine ters düşen kim varsa hayat hakkı tanımıyor, sindirmeye çalışıyor. Bakınız ROJAVA’ ya da bunu yaptı geçen sene. Çözüm süreciyle birlikte binlerce silahlı unsur gönderdi ROJAVA’ ya. Ellerindeki silahla güçlendikleri için Güney Kürdistan’la yapmış oldukları anlaşmayı hemen bozdular ve bazı örgütleri, muhaliflerini tasfiye ettiler. 100.000 lerce insan onlardan kaçtı. Bir kısmı Türkiye’ye, bir kısmı Kürdistan’a, bir kısmı Suriye’ ye ve en önemlisi onlardan kaçarak İŞİD’e katılanlar oldu. YPG elindeki silahla kendi insanına yaşam hakkı tanımadı, farklı düşüncelere tahammül etmedi ve bunun sonucunda İŞİD’ in saldırısıyla köşeye sıkıştı. Güney Kürdistan’ dan ve Amerika’dan yardım istemeye başladı. Hatta yıllardır savaştığı TC’den yardım istemesi ise tam anlamıyla onlar için utanılacak bir durumdur. Bundan ders alarak pkk’nin Kuzey Kürdistan’ da böyle bir işe girişmemesi gerekiyordu. Bunu sadece biz değil tüm halkımız ve pkk’ye muhalif olan herkes dile getirmektedir.
Biz geçen seçimlerde Lice’ye gittik. Selahattin Demirtaş diyor ki; onların bir tek üyesi yok, ne işleri var burada. Bunu bir siyasi partinin genel başkanı söylüyor. Benim hiçbir üyem olmasa bile ben siyasi parti olarak Trabzon’ a gidip programımı ve düşüncelerimi anlatamaz mıyım? Böyle bir zihniyete sahip olan bir parti halkımıza ne verebilir ? Ama kendileri Karadeniz’e gidip dayak yiyip geri geliyorlar. Sonra da demokrasiden insan hakları ve özgürlüklerden bahsediyorlar. Bu kadar iki yüzlü bir siyaset mi olur. Şimdi onların mantığıyla soralım sizin üyeleriniz mi var orada yoksa provokatörlük için mi oraya gidiyorsunuz. Senin burada yaptığın despotluğu onlar da sana orada yapıyorlar. Eğer karşı karşıya geleceksek fikirlerle, ideolojilerle gelelim. Ama onlar tamamen kavgacı, şiddet içeren hatta öyle bir gençlik yetirmişler ki helal haram ayrımı yapmayan, Vandal bir zihniyet sahip halkının örf ve adetlerinden, inancından uzak bir gençlik yetiştirmişler.
Kobani eylemlerinde Ziya gökalp Kütüphanesi’ni yaktılar. Bu kültürel mirasa yazık değil mi? Medreseleri perişan ettiler. Senin savaşın TC’yle ise onunla mücadele et. Biz şuan bu halkın temel hakları için mücadele ediyoruz. Yıllarca Talabani ve Barzani birbirleriyle savaş ettiler ama şimdi aynı çatı altında halklarının geleceği için buluştular. Bizim bunları örnek almamız lazım. PKK devlet ile çatışmasında 10.000 lerce insanın öldüğü halde 2006 yılından bu yana devletle masaya oturuyor ama Hizbullah’a karşı (pkk-hizbullah çatışmasında yaklaşık 1500-2000 kişinin öldüğü söyleniyor)bu gerçeği görmezden gelerek dindar insanlara karşı en ağır hakaretleri ve saldırıları sergiliyor.
Bu Kemalist sistem sana ne verdi de sen devletle oturuyorsun da bu halkın önemli ve örgütlü dinamiklerinden yüz çeviriyorsun? Devletle müzakere yürütüyorsun. Ama muhaliflerini ve Müslümanları neden görmezden geliyorsun? Samimi olduklarına inanmıyorum. Biz her bayram tüm partilerle ,Kürdi oluşumlarda randevulaşıp bayramlaştık ancak defalarca HDP’den randevu istememize rağmen bize dönmediler.
1.ve 2. Dünya savaşında milyonlarca insan ölmesine rağmen masaya oturuldu, peki sen ne yapıyorsun? Eğer masaya oturulacaksa 100.000 lerce insan ölmeden oturulsun. Bunu da halka anlatmalıyız. Özellikle medya, toplumu yönlendiren aydınlar,kitlelere ulaşabilen her siyasi oluşum bunu yapmalı. Bu çözüm sürecinde PKK 35 yıldır elde edemediği birçok hak elde etti, onlara alan bırakıldı. Mesela; Lice’den aday gösterdiğimiz arkadaşımızı seçimden önce gidip tehdit ettiler. Seçimden sonra ise iki arabayla, silahlı olarak giderek kaçırmaya çalıştılar. Kaçıramayınca da hem onu hem abisi ve kızını ağır silahlarla taradılar. Niçin! HÜDAPAR’a destek ve oy verdikleri için. Silvan da bize oy veren yaşlı bir çifti dövdüler. Onlarda Diyarbakır ’a göç ettiler köylerini terk etmek zorunda kaldılar.
Biz PKK ile aramızda olan mücadelenin siyasi olmasının yanında daha çok ideolojik olduğunu söylüyoruz. Yani biz halk ile Batıl, iman ile küfür olarak görüyoruz. Yanlış anlaşılmasın halkımız için söylemiyorum bunu. PKK nın nasıl ki referansları Marksizm ve sosyalizm ise bizim de İslam’dır. Açık ve nettir. Biz açık ve net bir şekilde herkese referansımızın İslam olduğunu söyledik. Onlar da çıkıp söylesinler neyi savunduklarını. Biz bu mücadelemizi din ve dine karşı savaş olarak görüyoruz. Çünkü Marksizm dini bir afyon olarak görmektedir. Dini değerlere ve aileye tamamen savaş açmış bir sistemdir. Onun için PKK’nın bize saldırısını siyasi olmaktan çok din-ideolojik bir saldırı olarak görüyoruz. Bu kardeş kavgası da değildir. Biz Marksistleri kardeş olarak görmüyoruz. Kürt olabiliriz, ama bizim kardeşimiz ehl-i kıble olanlardır. Aynı ırktan olma hukukumuz, insani ilişkilerimiz olabilir, olması da zorunludur. İslam’a düşmanlık yapan kim olursa olsun bize de düşmandır. Her insan inancını yaşasın, her insan fikirlerini söylesin, fikirleri doğrultusunda örgütlenebilsin, bunun önündeki engeller kaldırılsın. Siyasi özgürlük olsun. İnanç ve fikir özgürlüğü olmalı kimse inanç ve fikirlerinden dolayı baskı altına alınmamalı, dışlanmamalı.
REYHAN AYDIN: Hocam bölgedeki sizin düşüncenizde olan diğer İslami partilerle birleşmeyi hiç düşünmediniz mi?
ŞEHMUZ TANRIKULU: Partimizin kurulmasından sonra genel başkan yardımcılarımız Lübnan’ı, Filistin’i, Mısır’ı, Güney Kürdistan’ı ziyarete ettiler. Orada İslami referans alan partilerle görüşme yaptılar. Hedefimiz farklı ülkelerdeki İslami partilerle birlik oluşturmaktı ancak Mısır’da Cumhurbaşkanı Mursi’nin haksız bir şekilde devrilmesinden sonra bu hedefimiz şu anlık askıya alındı. Bununla beraber biz bölgede İslami ve kürdi diğer oluşumlarla halkımızın menfaati dâhilinde defalarca bir araya gelip konuştuk. PKK hariç tüm parti ve kuruluşlara Kürtlerin meşru haklarını kazanmaları konusunda defalarca gittik hala da gidiyoruz. Biz Kürtlerin temel meşru haklarının verilmesini ve ülkemizdeki inançların önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Sadece İslam değil tüm azınlık dinlerini de dahil söylüyorum. Mesela Heybeliada Ruhban Okulu bir asırdır kapalıydı. Hıristiyanlar burada Din adamlarını yetiştirebilmelidir. Devlet, parti, cemaat, örgüt bunun önüne engel koyamaz. Biz anadilde eğitimi sadece Kürtler için istemiyoruz. Zaza’larada , Araplara da verilmesini istiyoruz. Şimdi Güney Kürdistan da Arapça ve Kürtçe resmi dil. Türkçe’ yi de resmi dil yaptıllar. Düşünün 4 -5 milyon nüfusu var. Bizden daha demokrat daha insan haklarına saygılılar. Şimdi Türkiye’deki demokrat geçinen yöneticilerin onlara bakıp utanmaları lazımdır. Yıllardır Talabani, Barzani diye Kürtleri aşağıladılar. Şimdi onların geldiği seviyeyle bizim geldiğimiz seviye arasında dağlar kadar fark var. Güney Kürdistan’daki tüm siyasi partiler devletten yardım alıyor, seçim barajı %0.5 Olması gerekenler bunlar ama Türkiye’de durum tam bunun tersi. Türkiye kendisini ilerici görüyor ama maalesef her konuda çok geride.
Bizim ana hedefimiz halkımızın huzurlu ve mutlu olması, barış içerisinde kardeşçe hem inancını yaşayabilmeli hem düşüncesini dile getirebilmeli, kimsenin kimseye baskı yapmadığı farklı görüşlerin özgürce dile getirildiği, örgütlenmelerin yapılabildiği başta bölgemiz olmak üzere özgür ve bağımsız bir ülkede yaşam standartlarına kavuşmaktır. Bunun için de hükümetin çok acil harekete geçmesi gerekmektedir. Her geçen gün endişeye sebep oluyor. Rahatlatıcı adımlar atılmalı. Halkın tüm temsilcileri, Siyasi partileri, Kanaat önderleri v.s muhatap alınmalı. Teşbih de hata olmasın, İsmet Paşa’yı Lozan’ da kandırarak toprak kaybedildiği gibi PKK’de kandırılmasın. AKP 70’ e yakın Kürt milletvekilinin olduğunu söylüyor ama çözüm içinde bunlar yok. AKP tamamen devlet adına konuşuyor. %50 oy aldığı Kürtlerin meşru haklarını savunanlar ortada hiç yok. Bu da bir muammadır. Türkiye’nin Suriyeleşme potansiyeli vardır, umarım atılacak olumlu adımlar bunu ortadan kaldırır. 2016 geliyor. Geçen yüzyıl çizilen haritalarında Irak, Suriye nasıl ortaya çıktıysa yeni çizilecek haritalar da halkımızın iradesi göz ardı edilmemelidir. Aksi takdirde daha büyük acılar, sorunlar bizleri bekliyor. Herkesin uyanık olması ve örgütlü yapıların bu ortamın oluşmaması için üzerine düşeni yapması lazım. Biz elimizden geleni yapıyoruz. Tabii ki takdir Allah’ındır.
REYHAN AYDIN: Çok teşekkür ederim Başkanım.
ŞEHMUZ TANRIKULU: Buralara kadar gelip bizim düşüncelerimizi de dinlemeniz ve kamuoyu ile paylaşıyor olmanızdan dolayı teşekkür ederim.