İşte Ali Bulaç'ın "İslamcılık çöktü mü?" başlıklı o yazısı:
AK Parti-Hizmet gerilimi, Mısır’da gerçekleşen askerî darbe, Suriye’de Esed’in rejimini koruyor olması ve hatta Ruhani’nin İran’da seçimleri kazanması “İslamcı proje”nin sona erdiğinin ilanına mesned olarak gösteriliyor.
Mısır, Suriye ve İran’daki gelişmeleri ayrıca ele almak lazım. Türkiye’deki gelişmeler eğer İslamcılığın çöküşünün belgesi ise bu hükümde büyük yanlışlıklar var. Öncelikle doğru parametreleri yerli yerine koyup yanlışlıkları tashih edelim.
İlkin İslamcılık 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış sosyal, siyasal ve kültürel akımların toplamıdır. Varlık âleminin, yaratılışın ve hayatın anlamını vahye göre algılayıp anlamayı; Kur’an ve Sünnet’e dayalı toplumsal bir düzen kurmayı ve Müslüman kavimler-unsurlar arasında birliği (ittihad-ı İslam) esas alır. Bu üç ideale hiçbir Müslüman itiraz etmez. Ancak konjonktürün zorlamasıyla İslamcılık bir yandan modernliğe cevap, diğer yandan modernliğin ürünüdür. Modernliğin ürünü olması “modernist veya reformist” olduğu anlamına gelmez, az bir bölümü modernizme yönelmiştir. İslamcılığın 5 ana havzası vardır: Türkiye, Mısır, İran, Hind yarımkıtası ve Endonezya-Malezya!
“Sosyal Müslümanlık” -cemaatler ve modern versiyonlarıyla tarikatlar, vakıflar-, “Kültürel Müslümanlık” ve ”Siyasî Müslümanlık” olmak üzere üç ana akım bu şemsiye altında toplanmış bulunmaktadır. Kiminin “toplumsal” vurgusu, kiminin “fikrî-edebî”, kiminin ise “politik” vurgusu öndedir. Sosyal Müslümanlık siyasetin ve tefekkürün, kültürel Müslümanlık toplumun ve siyasetin, siyasî Müslümanlık toplumun ve tefekkürün önemini inkar etmedikçe her biri kendi mecralarında akan nehirlerdir, her üçü de ümmetin denizine dökülürler. Bu açıdan siyasî bir parti olarak AK Parti’nin “İslamî, İslamcı veya siyasî İslamcı parti” olup olmadığına bakmalıyız:
1) Kuruluşunda AK Partililer kendilerine “İslamcı veya Müslüman demokrat” değil “muhafazakâr demokrat” kimliği seçtiklerini ilan ettiler. Bu manada onlara “İslamcı” etiketi yapıştırmak hem onlara, hem İslamcılığa haksızlık olur.
2) Politik felsefelerini seçer ve programlarını hazırlarken dini veya İslamiyet’i referans almadıklarını deklare ettiler. Hatta, “Eğer İslamcı veya dini referans almak isteyenler varsa böyle bir adres var, o da Milli Görüş geleneğinin devamı SP’dir. Biz onlardan değiliz, Milli Görüş gömleğini çıkardık, İslamcı siyasetin reel ve uygulanabilir olmadığını anlayıp vazgeçtik.” dediler.
3) Sayın Başbakan Cidde’de ve başka yerlerde, “Paranın, ekonominin dinle-imanla ne ilgisi var?” dedi. İktisadî hayatın “din-dışı” olabileceği fikrini savundu.
4) Sayın Erdoğan, Kahire’de yeni iktidar olmuş Müslüman Kardeşler’e ve Arap âlemine anayasalarında “laiklik”i esas almaları önerisinde bulundu, herkesi şoke etti. Ona göre AK Parti dindar insanların pekâlâ laikliği uygulayabileceğini göstermesi bakımından örnektir. Sayın Bülent Arınç daha geçenlerde “Şimdi laikliğin keyfini çıkarıyoruz.” demişti. AK Parti, kuruluşunda ‘Laik düzende verili mevzuata göre hareket etme’ prensibini esas almıştır.
5) 12 yıllık uygulamalara bakıldığında a) İktisat politikasının, b) Kadın, aile ve sosyal politikaların, c) Kültür politikalarının, d) Dış politikanın, e) Şehir ve şehircilik politikalarının İslam’la veya İslamcı düşünce ve tasavvurla uzaktan yakından ilgili olmadığı ortaya çıkmaktadır. AK Parti bugün iyi bir noktada değilse, bunun temelinde hiç referans almadığı “İslam ve İslamcılık” değil, tam aksine felsefesini ve programını oluşturan liberal düşünce, milliyetçilik, ittihatçılık ve ahlakî pragmatizm vardır. Sorumlular bunlardır. Bölgede ve elbette Türkiye’de “yeni seküler/laik bir dalga”nın harekete geçirilmek istendiği doğrudur. Bunun iç ve dış boyutları vardır, bugün yaşamakta olduğumuz derin kriz bir yönüyle bunun ürünüdür. Ama bu bir dip dalga değildir, sipariştir, İslamî grupların tamamını hedef seçen “dışarıdan ve derin bürokratik merkez” tarafından empoze edilmektedir.