İşte Haluk Özdalga’nın o yazısı:
Kürtajla ilgili yeni yasal düzenlemeler yapılması ihtimali, kolay anlaşılabilir nedenlerle, yoğun tartışmalara neden oluyor. Tartışmaların temelini oluşturan sorulardan biri şu: Kadının yumurtası ve erkeğin sperminin birleşmesiyle, yani döllenme ile meydana gelen canlı varlık, doğuma kadar geçen sürenin hangi noktasında insan niteliği kazanır? Hemen cevap verelim: Bu konuda bilim insanları, önde gelen din adamları (Müslüman ve diğerdin adamları) veya ahlak felsefecileri arasında görüş birliği bulunmuyor.
Burada canlı varlık ifadesini özellikle kullandım. Çünkü, son tartışmalarda sık ifade edildiğinin aksine, döllenmeyle meydana gelen canlı varlık, başlangıçta cenin (Latince fetus) değildir. Döllenmiş yumurta hücresi (zigot), önce ikiye bölünür ve bölünme 4,8,16... şeklinde devam eder. Bu aşamada canlı varlığın adı embriyon'dur (Arapça ruşeym). Hücrelerinin işlevsel farklılık göstermeye başlaması ve embriyonun başkalaşım (metamorfoz) geçirmesiyle birlikte canlı varlık cenin olur. Ceninin ortaya çıkışı, hamilelikte dokuzuncu haftanın tamamlanmasından sonra ve 10. haftada başlar.
Bir görüşe göre, döllenmiş ilk hücreden itibaren insan niteliği ortaya çıkar ve kürtaj o andan itibaren yasaklanmalıdır. Bir çok farklı görüş sahibi, insan özelliğinin daha sonraki haftalarda oluştuğunu savunur. Görüş birliğinin olmaması, dünyada çapında kabul edilen uygulamaların nasıl olduğunu daha da önemli kılmaktadır.
Ana sağlığı ve kürtaj konusunda ayrıntılı çalışmalar yürüten Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin yaşadığı ülkelerde kürtaj serbest, üçte birinde ise yasak. Avrupa Konseyi ülkelerine baktığımızda, nüfusun %90'dan fazlasının yaşadığı ülkelerde kürtaj serbest, yaklaşık %10'unda yasak. Avrupa Birliği ülkeleri için de benzer oranlar söz konusu. Kürtaj, yoğun tartışmalarının yaşandığı Amerika'da da serbest.
Bu yazı çerçevesinde yasak tanımını; istisnai durumlar dışında (anne hayatının tehlikede olması, ceninde ciddi genetik bozukluluklar, tecavüz, ensest ilişki gibi) kürtajın kanunla yasaklanması olarak kabul ettik. Zaten her koşul altında mutlak bir kürtaj yasağı çok az yerde yürürlükte. Kürtajın serbest olmasını ise, sosyal ekonomik koşullar nedeniyle veya isteğe bağlı olarak kürtaj yapılmasına hukuk kurallarının izin vermesi anlamında kullandık.
Yukarıdaki veriler, dünyanın büyük bölümünde ve Avrupa coğrafyasının çok büyük kısmında, insan özelliğinin, hamileliğin ilerleyen haftalarında ortaya çıktığı görüşünün benimsendiğini gösteriyor. DSÖ'nün verileri, kültürel etkenlerle beraber, kürtajın serbest olması ile gelişmişlik arasında bir bağlantı bulunduğuna da işaret ediyor.
Yasaklamak yanlış
Yasa koyucu, yaptığı yasaların sonucunu dikkate almak zorundadır. DSÖ'nün dünya çapındaki verileri çok açıktır: Kürtaj yasağı, bir ülkedeki kürtaj sayısını azaltmıyor. Hatta bazı analizlere göre, yasaklamanın ters yönde etkileri dahi olabiliyor. Mesela Türkiye'de, başka nedenler de bulunmakla beraber, yasağın kalkmasından sonra kürtaj sayısı azaldı. Bunun Türkçesi şu: İstemediği bir hamilelikle karşılaşan kadınların bir kısmı doğum yapmayı seçiyor; ama doğurmak istemeyen kadın, elinin altında hangi imkan varsa onu kullanarak hamileliğine son veriyor.
Yasak getirilirse, imkanı olan kadınlar yurt dışına gidecek. Pasaportsuz gidilen Kuzey Kıbrıs'ta kürtaj serbest. Taşucu-Girne arası hızlı feribot bileti gidiş geliş 115 TL. Bir refakatçiyle beraber böyle bir kürtaj seyahati, 1000 TL'nin altında bir harcamayla yapılabilir. Ancak hamile kadınlarımızın büyük çoğunluğu yurt dışına gidemeyeceği için, iyi bilinen ilkel yöntemlerle ve güvenli olmayan şartlarda düşük yapacak. Bu kadınların kim olacağı da belli: Sosyal ve ekonomik açıdan zayıf olanlar ve altta kalanlar.
DSÖ'ne göre, güvenli olmayan koşullarda yapılan kürtajda ölüm oranı binde 3,5. Serbest olmasına rağmen, elimizde kürtajla ilgili sağlam veriler yok. Sağlık Bakanımız, yılda 100 000 kürtaj vakası olduğunu açıkladı. Aile Planlaması Derneğine göre aynı sayı 285 000. Bu verilere göre, kürtaj yasağı gelirse, yılda 300 ila 800 arasında kadınımız ölecek. Yine DSÖ verilerine göre, bunların çoğu genç kadınlarımız olacak.
DSÖ, güvenli olmayan koşullarda yapılan kürtajın büyük bir halk sağlığı sorunu olduğunu ilan etti. Kürtajın yasaklanması durumunda, her yıl yüzlerce kadının ölmesine ilaveten, binlercesi sakat kalacak. Şiddetli kanamaya bağlı hastalıklar, rahim yırtılması, kısır kalma ve kanser eğiliminin artması bunlar arasında. Medyada trajik hikayeler okumaya başlayacağız. Ölecek ve sakat kalacak genç kadınların vicdani sorumluluğunu kim yüklenecek?
Kürtaj yasağını savunanlar, öncelikle şu soruyu cevaplamalı: Eğer kürtaj sayısı değişmeyecekse, buna karşılık özellikle zayıf toplumsal kesimlerden gelen yüzlerce genç kadının ölümüne, binlercesinin sakat ve kısır kalmasına yol açacaksa, yasak niçin? Kürtaj tartışmasına katılan İslamcı bir yazarımız, geçtiğimiz günlerde yukarıdaki soruyu cevapladı: İnancıma uygun düştüğü için kürtaj yasağını savunuyorum, kürtaj sayısı değişmemesi ve diğer sonuçlar benim tutumum değişmez. Bu tutumun ne derecede İslami olduğu bir tarafa, yasa koyucunun böyle bir hareket tarzı içinde bulunma lüksü olamaz. Böyle bir yasak, pratik hayatımızda sadece olumsuz sonuçlar doğuracak ve büyük bir yanlış olacaktır.
Kürtaj yasağının nüfus artışını olumlu yönde etkileyeceğini düşünenler varsa, onu da hemen belirtelim: Yasak, sakat ve kısır kalacak genç kadınlar nedeniyle, nüfus artışını aksine olumsuz yönde etkileyecek. Bir husus daha var: Kadın ve eşi, insan özelliği taşıdığı çok tartışmalı bir embriyon veya erken haftalardaki bir cenini aldırarak hamileliğe son vermek istiyorsa, ki o varlığın kadının vücudu dışında yaşaması mümkün değildir, devletin, kadının ve ailenin iradesini hiçe sayması ve zorla doğum yaptırmaya çalışması acaba ne kadar doğru?
Tartışmak iyidir
Son kürtaj tartışmalarının bir çok bakımdan faydalı olduğuna inanıyorum. Ama bazı noktalarda daha dikkatli olursak bu fayda artabilir. Kürtajın yasak olmasını istemek, din devleti istemek değildir. Kürtajın serbest olmasını istemek de, cinayet yanlısı olmak değildir. 1983'ten önce kürtaj yasaktı ama Türkiye'de din devleti yoktu. Bugün kürtaj yaptırmış veya yapmış, aralarında muhafazakar değerlere sahip olanların da bulunduğu milyonlarca kadınımız, doktorumuz ve sağlık personelimiz cinayet işlemiş değiller. Avrupa coğrafyasında on milyonlarca kadın ve sağlık personeli cinayet işliyor değiller. Tartışmaların yaşam hakkı/seçme hakkı gibi kavramlar doğrultusunda yapılması herhalde daha uygundur.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in veya din adamlarının görüş açıklamasına karşı çıkanları da yadırgıyorum. Din adamları, din ve ahlak boyutu bu kadar güçlü bir konuda görüş açıklayamayacaksa, ne zaman konuşacaklar? Bu vesileyle, Görmez'in son konuşmasının medya tarafından kusurlu yansıtıldığına işaret etmek isterim. Hüküm kurmak için önkoşulların belirlenmesini bilim insanlarına bırakan Görmez'in sözleri şöyle: Bilim adamları bize kesin verilere dayanarak döllenmiş yumurta hücresinin anneden bağımsız bir insan olduğunu söylediği müddetçe, kürtajın bir insan yaşamına son vermek olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Ne var ki, bilim insanlarının büyük çoğunluğu bunu söylemiyor. Ama medya bu sözlerin sadece hüküm kısmını manşetlere taşıdı.
Döllenmiş ilk yumurta hücresi hangi özellikte olursa olsun, dini veya başka nedenlerle kürtaj yaptırmak istemeyenler zaten yaptırmıyor. Ancak, çok yönlü hassasiyetler taşıyan bu konuda, farklı düşünen ve farklı hareket eden büyük bir kitle de var. Milyonlarca kadın ve aile, kürtaj yasağını, 30 yıl önce kazanılmış bir hakkın ellerinden sökülüp alınması olarak algılayacak. Basit ve doğru çözüm, bugün olduğu gibi makul kurallar çerçevesinde, insanların nasıl hareket edeceğine kendilerinin karar vermesi. Aksi takdirde korkarım ki, sadece kadın ve ana sağlığı değil, hoşgörü içinde bir arada yaşama ortamımız da ağır bir darbe alacaktır.