Sivil Haber

Davutoğlu'nun 2012'de dış politika hedefi

SİYASET

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 2011 yılını değerlendirdi, Türkiye'nin 2012 hedeflerini anlattı. Davutoğlu, Arap baharını ve Ortadoğu'daki denklemleri analiz ederken Esad'a da çağrı yaptı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 2011 yılını AA'ya değerlendirdi, Türkiye'nin 2012 hedeflerini anlattı. Davutoğlu ile gerçekleştirilen röportajın soru ve yanıtları şöyle:

SORU: 2011 dış politika açısından çok hareketli bir yıl oldu. 2012'de hangi gündem maddeleri daha çok ön plana çıkacak Türkiye için? Bugün de çok önemli bir ziyarete başlıyorsunuz, İran'a gideceksiniz birkaç saat içinde. İran ziyaretinizi de değerlendirir misiniz?

YANIT: Öncelikle 2012 yılı için bir perspektif vermek gerekirse, 2011 yılına tabii atıfta bulunmak, hatta son 10 yıla atıfta bulunmak gerekir. Ancak 2011 bağlamında ele alındığında 3 alanda bizi doğrudan ilgilendiren gelişmeler yaşadık. Birincisi küresel ekonomik-politik düzen ve küresel düzenle ilgili çok ciddi gelişmelerin olduğu bir yıl oldu 2011 yılı. Hemen öncesinden başlayarak küresel ekonomik kriz, arkasından ortaya çıkan yeni uluslararası düzen arayışları, bu çerçevede yapılan tartışmalar, Birleşmiş Milletler sistemindeki değişim talepleri... Bütün bunlar ele alındığında, belki Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra 1990'lı yıllarda başlayan, Sovyetler'in çöküşünden sonra 1991'den sonra hız kazanan, 2001'de 11 Eylül sonrasından güvenlik paradigmasıyla öne çıkan, 2011'de bu sefer tüm bu tartışmalar üzerinde küresel düzenin geleceği konusunda hem belirsizlik hem de dinamik bir süreç işliyor. Bunu doğru okumak, Türkiye gibi her açıdan bütün bu küresel gelişmelerden etkilenecek ve bunları etkileyebilecek güçte bir ülke için önemli.

İkincisi tabii, Avrupa içindeki gelişmeler. Avrupa'da ekonomik kriz sadece ekonomik alanda kalmadı, siyasal krizlere de dönüştü Yunanistan'da, İtalya'da ve Avrupa'nın geleceğiyle ilgili bir belirsizlik doğdu. Bu konuda da yine 2012 yılı önemli tartışmalara sahne olacak ve Avrupa'nın geleceğinde de Türkiye faktörü, Türkiye'nin Avrupalı bir ülke olarak alacağı tutum etkili olacak. Biz bunu da çok yakından takip ediyoruz. 2012'de de Avrupa içindeki her tartışma, Avrupa borsalarındaki her hareketliliği, Avrupa'daki siyasi her gelişmeyi mercek altında tutacağız ve Avrupa'nın geleceği konusunda Türkiye çok etkin ve belirleyici bir rol üstlenecek. Bunu ifade etmek gerekiyor.

Üçüncüsü, çevre bölgelerde, başta Ortadoğu olmak üzere, Kafkasya ve Orta Asya'da ortaya çıkan gelişmelere yönelik olarak Türkiye'nin tavrı... Bu Arap Baharı diye adlandırıldı ama ben sadece Araplara hasledilmesini de doğru bulmuyorum bu gelişmelerin. 2011'de yaşanan gelişmeler, 2000'li yıllara girerken Balkanlar'da 1990'ların sonunda yaşanan gelişmelere benzer. Domino etkisiyle birçok alana sirayet etmesi muhtemel bir demokrasi ve özgürlük hareketi var. Bunu bölgesel bir bahar olarak görmek lazım. Bölge, çevre bölgeleri bütünüyle etkileyebilecek bir gelişme sayılır.

Türkiye 2011'de bu konuda çok ön alıcı bir tutum sergiledi. Tunus'ta tutumunu hemen daha ilk günden ortaya koydu halkın talepleri doğrultusunda. Tabii Tunus'ta bir yıl içinde çok güzel gelişmeler yaşandı, seçimler yapıldı, yeni bir hükümet oluştu ve önümüzdeki hafta Salı günü Tunus Dışişleri Bakanı ilk ziyaretini Türkiye'ye yapacak. Sembolik olarak bu önemlidir. Geçen sene Aralık ayında başlayan Tunus'taki Yasemin Devrimi'nin çiçek açması veya ürün vermesi dönemi eğer bir demokrasinin hayata geçirilmesiyse, bu demokrasi tecrübesinde hükümet kurulur kurulmaz zaten Başbakan ve Dışişleri Bakanı bizim Büyükelçimize teşekkür ziyaretinde bulunmuştur. Bu çok nadir olan bir şeydir. Yani hükümet kurulur kurulmaz teşekkür ziyaretinde bulunulması... Tunus Dışişleri Bakanı'nı ben tebrik için aramıştım. "İlk ziyaretimi Türkiye'ye yapmak istiyorum" dedi. Ben de ilk ziyaretini Türkiye'ye yapmasından memnuniyet duyacağımı söyledim. Şimdi önümüzdeki hafta Türkiye'ye gelecek.

Yine benzer şekilde Mısır'da dün üçüncü tur seçimler yapıldı. Mısır'da da Türkiye, sayın Başbakanımızın dün Meclis'te yaptığı konuşmayla, Tahrir Meydanı'nda doğrudan mesaj veren bir ülke olarak, demokrasi ve halkın taleplerini öne çıkardı. Mısır'da da, evet, sancılı bir dönem yaşanıyor ama hiçbir zaman, biz de yaşadık, askeri yönetimler sonrasında nasıl sancılı geçiş dönemleri yaşadığımızı hepimiz biliyoruz, yani Türkiye'de 1960 ihtilali sonrası buraya geliş kolay olmadı. Tekrar demokrasiye geçiş 1980 ihtilali, 12 Eylül'den sonra da kolay olmadı. Yani bu sancılar normal, bir güllük gülistanlık süreçten geçilmiyor. Tabii sancılı olacak, tabii iniş çıkışlar olacak. Önemli olan, nihai kertede halkların sandığa gitmesi, sandıkla beraber halk iradesinin ortaya çıkması. Türkiye, bu konuda ilkeli bir tutum takınmaya devam edecek.

Mısır'daki süreci de yakından takip ediyoruz. Libya'da maalesef çok daha kanlı oldu, çok ciddi gerilimler yaşandı ama hatırlayacaksınız Libya'da da Mustafa Abdülcelil ilk ziyaretlerinden birini Türkiye'ye yaptığı gibi, sayın Başbakanımız oraya ilk giden devlet adamı hüviyetini taşıdı Trablus düştükten sonra giden lider olarak. Şimdi Fas'ta de yeni bir hükümet kuruldu. Adalet ve Kalkınma Partisi orada yeni hükümeti kurdu. Yeni Dışişleri Bakanı ile bugün görüşeceğim. Onun da ilk ziyaretini Türkiye'ye yapması muhtemeldir.

Dolayısıyla 2011'de böyle bir süreçte Türkiye, bu halkların yanında yer alan, özgürlük ve demokrasi taleplerini tereddütsüz destekleyen bir ülke olarak bugün Kuzey Afrika'da, Mısır'dan Fas'a kadar olan alanda, önemli bir öncülük üstlendi. Bunu da sürdüreceğiz. 2012 yılında tabii sancılı olacak. Özellikle Suriye bağlamında, maalesef bütün taleplerimiz, bütün tavsiyelerimiz gözardı edildi. Beşşar Esad yönetimi halkıyla savaşı tercih etti. Halkıyla beraber bir tarihi yürüyüşe çıkmaktansa, halkıyla çatışma yoluna gitti ve bütün Arap halkları, bölge halkları demokrasi talep ederken akıntıya kürek çekmeye kalkıştı. Bunun doğurduğu bir türbülans yaşanıyor Suriye'de. Biz Suriye halkının da, Mısır halkı gibi, Tunus halkı gibi, Fas ve Libya halkları gibi kendi yöneticilerini seçme hakkına sahip olduğunu düşünüyoruz.

SORU: 2012'nin çerçevesini çizerken ABD'de başkanlık seçimleri, AB ile yaşayacağımız sıkıntılar, Rum Kesimi'nin dönem başkanı olması gibi çok karmaşık bir gündem var. Buradan bakınca nasıl görüyorsunuz?

YANIT: 2012'de bu süreç işleyecek. AB'nin geleceği 2012'de ne yöne doğru seyredecek? İngiltere, Almanya, Fransa'nın önemli aktörler olarak zihnindeki Avrupa farklılaşmaya başladı. 2012 yılında ABD'deki seçim gündemi belirleyecek. Ama bütün bu yönetim şeylerinin dışında bir de tabandan gelen değişim dalgaları var. Onu doğru okumak lazım. Aslında sayın Obama da Amerikan toplumunun tabanından gelen bir değişim dalgasıyla iktidara geldi. Onun için ABD'nin önümüzdeki dönem yapacağı tercihler "değişim" sloganıyla işbaşına gelen sayın Obama'nın, bu değişimi hem Amerika'da hem Amerika dışında nasıl gerçekleştireceği veya nasıl bu değişime katkıda bulunacağı, hangi yönde katkılarda bulunacağı açısından da önem taşıyor. Sadece İsrail'in güvenlik kaygılarını öne alan bir Ortadoğu politikasının ABD'yi ne kadar büyük bir açmaza soktuğu aşikar. ABD 2011 yılında Arap Baharı konusunda aslında Mısır'da, Tunus'ta halkın tercihlerinin önünü açıcı bir politika benimsedi ve bunu ilan etti. Bunun istisnasız bütün bölgede genel bir politika halini alması lazım ve bunu da kritik noktası Filistin.

Filistin konusunda ABD'nin alacağı tutum, Ortadoğu'daki saygınlığını da belirleyecek. Sayın Obama'nın 2010 yılında BM Genel Kurulu'nda yaptığı ve Filistin halkının kendi kaderini tayin etme ve devlet kurma hakkını teyit eden konuşmasından sonra 2011 yılında Filistin'in devlet olarak tanınma talebine karşı takındığı tutum açıkçası hayal kırıklığına yol açtı bölgede. Burada ABD açısından kritik soru önümüzdeki dönemde Filistin devletinin tanınması meselesi bağlamında Filistin'in geleceği konusunda alacağı tutumdur ve İsrail'e bu uzlaşmaz politikalarına ne kadar "dur" diyebilecek, yüklenilebilecek, budur. Bütün bunlar tabii 2012 yılını kritik bir yıl yapıyor. Hem AB açısından, hem ABD, hem bölgemiz açısından. Türkiye de öyle bir kritik konumda ki, bütün bu aktörlerle organik ilişkileri olan bir ülke. AB ile müzakere süreci yürütüyoruz, ABD ile NATO'da beraberiz, bölge ülkeleri ile yoğun ve derin ilişkilerimiz var. İşte bugün İran'a gideceğiz ve bütün bu konuları ele alacağız. Arap Birliği ile kapsamlı işbirliği geliştirdik, Körfez İşbirliği Konseyi ile, İslam İşbirliği Teşkilatı ile... Bütün bu çevre bölgeler ve küresel aktörlerle yakın temasımız çerçevesinde 2012 yılı belirleyici bir rol oynayacak.

"Avrupa'nın geleceğini tartışmamız lazım."

Davutoğlu, Türkiye'nin tarih olarak da, geleceği bağlamında da Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olduğunu söyleyerek, "Avrupa Birliği kendi iç tartışmaları açısından cazibesini kaybediyor gibi bile gözükse de, bu iç tartışmaların da içinde olmak lazım. Yani o iç tartışmaları dışarıdan seyretmek değil, içeriden Avrupa'nın geleceğini tartışmamız lazım" dedi.

SORU: 2012 yılının bir diğer sıcak maddesi de Kıbrıs ve Avrupa Birliği olacağa benziyor. Rum Kesimi, Temmuz ayında AB dönem başkanlığını üstlenecek, Türkiye buna karşı tutumunu çok net bir şekilde açıkladı. Ancak Rum Kesimi Ocak ayından itibaren savunma ve güvenlik alanlarındaki dönem başkanlığını da üstlenmiş durumda. Türkiye'nin de Kosova ve Bosna-Hersek'te çeşitli askeri ve polis birlikleri bulunuyor. Bunların geri çekilmesi sözkonusu olur mu? Ya da bu nedenden ötürü herhangi bir gerginlik olur mu?

YANIT: Biraz önce aylık takvimi sunarken aslında bu konuya gelmeyi planlıyordum. Daha sonra bölgesel konulara kayıldı. Tabii bu aylık takvimin en önemli konularından birisi Kıbrıs müzakereleridir. Tekrar Sayın Ban Ki-Moon'un da doğrudan katılımıyla bu ay sonunda Kıbrıs müzakereleri yapılacak. Bunun öncesinde de biz Sayın Downer ile ve ilgili taraflarla görüşmelerimizi sürdüreceğiz. Ümit ediyoruz ki bu görüşmeler neticesinde, Birleşmiş Milletler parametreleri etrafında ve daha önce anlaşılmış çerçeveler içinde bir sonuca ulaşılır, müzakere edilen bir sonuca ulaşılır. Eğer temel parametrelerde bir sonuca ulaşılırsa, konular zaten belli, bu ay sonunda, sonrasında bir uluslararası kongreyle, toplantıyla Türkiye'nin, Yunanistan'ın belki İngiltere'nin garantör ülke olarak katılabileceği, tarafların katılacağı, aynen 2004 formatındaki gibi bir toplantıyla nihai sonuca ulaşmak mümkün olabilir. Biz bunun için çalışıyoruz. Mesajımız hep, Kıbrıs'ta kapsamlı bir çözümün bir an önce hayata geçirilmesi yönünde. Bunlar olmazsa ve Kıbrıs Rum Yönetimi zamana oynayan bir tutum sergilerse tabii ki bizim Kıbrıs Rum Yönetimi ile Avrupa Birliği dönem başkanı olarak oturup konuşmamız, ya da Avrupa Birliği dönem başkanı sıfatında oldukları Avrupa Birliği'nin toplantılarına katılmamız sözkonusu değildir. Bunu da biz çok başından, en başından belirledik.

Burada bir an önce, ümit ederiz ki bu Ocak ayında yapılacak görüşmelerde netice alınır. Türkiye'nin bu Ocak ayı için en önemli gündem maddelerinden birisi dolayısıyla Kıbrıs olacaktır, diğer bölgesel konuların ötesinde. Ve biz bunu mümkün görüyoruz.

Gelinen düzeyde, son toplantıda, özellikle Sayın Eroğlu'nun katkılarıyla olumlu bir görüşme seyri, görüşme trafiği oldu. Dolayısıyla belli bir ümit, belli bir beklenti oluştu. İnşallah bu toplantıda bu uzlaşma daha ileri bir düzeye taşınır. Altı ay böyle bir barış için yeterli bir süredir, çünkü, Kıbrıs'ta tartışılmayan, konuşulmayan bir konu yok. Kimse, 'altı ayda böyle bir şey sağlanır mı?' diye düşünmemeli. Kıbrıs Rum Yönetimi hep bunu söylüyor: 'Altı ayda bunu nasıl yapacağız?' Altı ayda değil, siyasi irade ve iyi niyet olursa altı haftada hatta altı günde bile neticeye ulaşılabilir. Ama meseleyi sürüncemede bırakarak, zaten geçmişte haksız bir şekilde Kıbrıs Devleti unvanını uluslararası alanda gasp etmiş olan tek taraflı bir yönetimin bu kez dönem başkanı olarak bunu sürdürmek istemesi ve böyle bir oyun planı içinde, 'önce ben tek taraflı olarak Avrupa Birliği dönem başkanlığını alayım. Sonra belki müzakerelerde netice alırız. 2013'te de zaten seçimler var Kıbrıs'ta. Ondan sonrasına bunu erteleyeyim' gibi bir taktiği uygulaması durumunda, buna Türkiye'nin onay vermesi söz konusu değil.

Ümit ederiz ki bu altı aylık dönem iyi değerlendirilir. Ocak ayında yapılacak müzakereleri müteakip, adım adım Ocak ayında istenen düzeye çıkartılırsa, Şubat ya da Mart aylarında uluslararası konferans tertiplenir. Nisan-Mayıs aylarında da referanduma gidilip, yeni devlet çatısı oluşturup, 2012'nin Temmuz ayında bu yeni devlet, devlet başkanı bir tarafta ise dışişleri bakanının öbür tarafta olacağı bir uzlaşıyla barış çerçevesinde oluşmuş yeni devlet, Avrupa Birliği dönem başkanlığını alır. Böylece de Avrupa Birliği bir barış projesi olduğunu göstermiş olur. Ama Avrupa Birliği burada bir barış projesi ve süreci yerine Kıbrıs Rumlarının elini güçlendirecek şekilde tek taraflı olarak Kıbrıs Rumlarına dönem başkanlığını verirse Avrupa Birliği de tek taraflı olarak bir itibar kaybına uğrar. Bunu açık bir şekilde söyleyeyim.

SORU: Savunma alanında herhangi bir gerilim bekliyor musunuz?

YANIT: Bu konularda zaten objektif işleyen Bosna ve Kosova konuları, hepsi bizim meselemiz. Bosna ve Kosova'daki askeri güvenlik ile ilgili mevcudiyetimiz Türkiye'nin bu ülkelere, bu halklara olan sorumluluğunun bir gereğidir. Bunun önümüzdeki dönemde bir krize dönüşmesi beklentisi içinde olmamalı kimse.

SORU: Avrupa Birliği bu kadar büyük krizlerle uğraşırken Türk toplumunda AB'ye olan ilginin, "Onların bir parçası olalım" arzusunun azaldığına dair yorumlar yapılıyor. Bu konuda nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

YANIT: Türkiye tarih olarak da, geleceği bağlamında da Avrupa'nın ayrılmaz bir parçasıdır. Avrupa'daki her oluşumdan etkilenir, 16. yüzyıllardan başlayarak Türkiye'nin Avrupa siyasal denklemini etkileme gücü de vardır. Bu siyasal denklemden etkilenmesi de söz konusudur. Dolayısıyla bugün de Avrupa kıtasının en önemli siyasi birliği Avrupa Birliği olduğu için, biz Avrupa'daki gelişmeler ne olursa olsun Avrupa Birliği içindeki etkin rolümüzü, konumumuzu güçlendirecek bir müzakere sürecini ve sonunda tam üyeliği stratejik bir hedef olarak görüyoruz. Bir kere bunu temel veri olarak ele almak gerekir.

Avrupa Birliği kendi iç tartışmaları açısından cazibesini kaybediyor gibi bile gözükse de, bu iç tartışmaların da içinde olmak lazım. Yani o iç tartışmaları dışarıdan seyretmek değil, içeriden Avrupa'nın geleceğini tartışmamız lazım. Ben son dönemde hangi Avrupalı dışişleri bakanı dostumla otursam Avrupa'nın geleceğini birlikte tartışmaya önem veriyorum. Yani dışarıdan seyredip 'Avrupa'da bu bunalımlar var. Bizi de zaten kabul etmemişlerdi. Dolayısıyla bu bunalımları hak ettiler' gibi bir yaklaşımın içinde değiliz biz. Hiçbir zaman böyle bir yaklaşım içinde olmadık. Avrupa Birliği'nin başarılı bir barış projesi olarak dünya siyasetinde yerini alması bizim stratejik hedefimizdir. Bunun için de biz içeriden tartışırız. Dışarıdan seyirci gibi tartışmayız. Ya da, 'onlar krizde, biz değiliz' gibi çok kısır ve sığ bir bakış açısını da benimsemeyiz. Avrupa'da ne olursa o tartışmaların içinden onlarla birlikte bunu yaşamaya, onlarla birlikte bunu paylaşmaya ve geleceği birlikte şekillendirmeyi daha doğru bir politika olarak benimseriz. Şu ani yaklaşımımız da bu. Kimse, 'Türkiye bir seyirci konumunda kalmayı kabullendi' gibi bir yaklaşımla değerlendirmesin. Biz her zaman Avrupa içindeki her tartışmanın, her değişim sürecinin parçası olmaya kararlıyız."

"Esad'ın, çevresinin bir an önce makul olanı yapması, halkıyla olan savaştan kaçınarak çok net bir seçim takvimiyle halkının önünü açması lazım"

Davutoğlu, Türkiye'nin İran nükleer müzakerelerinin bir an önce başlamasını arzu ettiğini söyleyerek, Suriye konusunda da "Eğer bir halk kendi iradesini belirleme kudretini açık bir şekilde göstermişse bunun önünde durmak mümkün değil. Burada Sayın Esad'ın, çevresinin bir an önce makul olanı yapması, halkıyla olan savaştan kaçınarak çok net bir seçim takvimiyle halkının önünü açması lazım" dedi.

SORU: Nükleer müzakerelerin yeniden başlaması konusuna İran tarafı da sıcak bakıyor mu?

YANIT: Sayın Salihi ile bu konuyu konuştuk. Prensipte İran da buna olumlu bakıyor. Kendi aralarında bir uzlaşmaya vardıklarında Türkiye her zaman elinden geleni yapar. Yer de önemli değil burada. Biz, bu müzakerelerin bir an önce başlamasını arzu ediyoruz.

SORU: Bu müzakerelerin başlaması ve Türkiye'nin yapıcı rol alması İran'ın Irak ve Suriye yaklaşımlarında bir etki yapar mı?

YANIT: Zaten geçen sene ocak ayında son görüşmeyi Türkiye'de yapılmıştı. Çok çaba sarf ettik ama mesafe alamadık. Bu bizden kaynaklanan bir şey değil, iki tarafın da pozisyonları çok keskin.

SORU: Türkiye'nin nükleer müzakerelerdeki çabası İran'ın diğer konulardaki yaklaşımlarını olumlu etkiler mi?

YANIT: Nükleer müzakerelerdeki seyir ne olursa olsun diğer konulardaki istişarelerimiz sürer. Bunlar birbirine bağımlı, irtibatlı, 'birinde şöyle olursa böyle olur' diyeceğimiz konular değil. Önemli olan karşılıklı güven. Şu anda Türkiye ile İran arasında bu karşılıklı güven vardır. Tabii ki fertler tek tek farklı görüşler ifade edebilir. Türkiye'de de var. İran'da da dinamik bir kamuoyu vardır. Önemli olan muhatap olarak görüşmeleri yürüttüğümüz yetkililerin görüşleridir. Ama kamuoyu bağlamında da her iki ülkede de olumlu bir atmosfer vardır. Bunu kimse zehirleyemez.

SORU: Arap Birliği'nin Suriye'ye gözlemci heyet gönderme girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

YANIT: Baştan itibaren Arap girişimini biz destekledik. Aslında ilk gözlemci tecrübesi de bizim tecrübemizdi. Benim Şam ziyaretim sonrasında büyükelçimiz Hama'ya giderek incelemelerde bulunmuştu. Biz bunun Suriye'deki durumu normalleştirme bağlamında etki yapacağını düşündük, hala da öyle düşünüyoruz. Arap Ligi'nin bu kararını destekledik ancak, bu kararlara bakıldığında bu sadece gözlemci barındırmak değil, yani gözlemcilerin oraya gitmesi, Arap Ligi'nin kararlarının uygulandığı anlamına gelmez. Gözlemcilerin gitmesi bu kararların uygulanıp uygulanmadığını test etmek anlamına gelir.

O kararların içinde ordu birliklerinin şehirlerden çekilmesi vardır. Bu dönemde tutuklananların salıverilmesi vardır. Serbest görüş tanınması imkanı vardır. Bütün bunlar maalesef sağlanmış değil. Arap Ligi Genel Sekreteri El Arabi de görüşmemizde haklı kaygılarını ifade etti. Gözlemciler alanda iken keskin nişancıların hala halka ateş ediyor olması, protokolün yerine getirildiği anlamına gelmez, aksine bu protokolün ihlal edildiği anlamına gelir. Onun için Arap Ligi misyonunun objektif bir şekilde görevini yapabilmesi önemlidir. Şu ana kadar gidip görme olarak belli bir imkan sağlanmış olsa da protokolün bütün Suriye sathında uygulandığı anlamına gelecek bir sonuç yok maalesef.

SORU: 2012'de Suriye için en iyi ve en kötü senaryo neler olacak?

YANIT: 2012 yılında Suriye'de önemli değişimler bekliyoruz. Çünkü eğer bir halk kendi iradesini belirleme kudretini açık bir şekilde göstermişse bunun önünde durmak mümkün değil. Burada Sayın Esad'ın, çevresinin bir an önce makul olanı yapması, halkıyla olan savaştan kaçınarak çok net bir seçim takvimiyle halkının önünü açması lazım. Şu ana kadar Esad, bu taleplere direndi. Bizim Suriye için gördüğümüz en olması gereken, doğru senaryoda bu sürecin Suriye halkının talepleri doğrultusunda nihayete ermesi. Maalesef en olumsuz senaryo da bu baskıların sürmesi ve sonucunda ülke içindeki çatışma ve gerilimlerin artması. Bu ikinci senaryodan kimse karlı çıkmaz. Bunun kazananı olmaz. Halkıyla savaşan bir yönetimin kazanma ihtimali yoktur. Onun için biz, uluslararası toplumdan, bölgedeki temel aktörlerden, Suriye konusundaki bu dönüşümün barışçıl bir şekilde tamamlanması için daha fazla katkı vermesini bekliyoruz. Türkiye olarak da bu katkıyı vermeye devam edeceğiz.

Haber Kaynağı : Haber7.com

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.