CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, The Washington Post gazetesine yazdığı makalesinde, ''Sadece kendisiyle barışık bir ülke komşuları için model teşkil edebilir. Bölünme ve kutuplaşmaların sardığı bir ülke, başarısız olmaya mahkumdur'' ifadesini kullandı.
Makalesinde, ''Türkiye'nin Ortadoğu'daki komşularının totaliter rejimlerden kurtulmayı ve gerçek demokrasiler haline gelmeyi arzuladığı bir dönemde Washington'daki birçok kişinin, AK Parti'nin Arap Baharı için bir model olup olamayacağını tartıştığını'' belirten Kılıçdaroğlu, ''ancak Türkiye'deki gerçekliğin, AK Parti modelinin işlemeyeceğini net biçimde ortaya koyduğunu'' savundu.
''9 Kasım'da gazeteci, yayıncı, asker, akademisyen ve siyasetçi yüzlerce kişinin tutulduğu Silivri Cezaevi'ni ziyaret ettiğini'' hatırlatan Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:
''Suçlananların birçoğu, mahkeme önüne çıkarılmadan yıllarca gözaltında tutuldu. Bugüne kadar tek bir mahkumiyet kararı bile çıkmadı. Adalet tehlike altında ve şu ana kadar göz göre göre reddedildi. Şu anda olan şey, Türkiye'deki iktidar partisi tarafından hukukun üstünlüğüne sinsi bir saldırı. Bu davalar, Türkiye açısından, geçmişteki yanlışların düzeltilmesi için çok ihtiyaç duyulan arınmayı başarmada bir fırsat teşkil edebilirdi, ama muhalefeti susturma ve özgürlükleri baskı altına alma yolundaki araçlara dönüştürüldü.''
Kılıçdaroğlu, gözaltında tutulanlar arasında TBMM'deki 8 muhalefet milletvekilinin de bulunduğuna kaydederek, ''Türkiye'deki Yüksek Seçim Kurulu, bu kişilerin milletvekilliği seçimlerine katılabileceğini belirtti ve tümü parlamentoya girdi. Bu kişilerin hapsedilmeleri, onların halkın seçilmiş temsilcileri olarak Türk kanunları altındaki haklarını ihlal ediyor'' ifadesini kullandı.
Kılıçdaroğlu, ''hukukun üstünlüğü evrensel normunun, bir kişinin suçluluğu kanıtlanana kadar masum olduğu ve bir şüphelinin kanıtlar doğrultusunda tutuklanabileceğine işaret ettiğini'' belirterek, ancak Türkiye'de insanlara masumiyeti kanıtlanan kadar suçlu muamelesi yapıldığını ileri sürdü.
''AK Parti'nin kendi politikasına muhalefet edenlere karşı acımasız olduğunu ve sistematik olarak zulmettiğini'' öne süren Kılıçdaroğlu, ağır vergi cezaları, yasa dışı telefon dinleme ve gizli video kayıtları gibi yöntemlerin muhalefeti susturmak için yaygın olarak kullanıldığını savundu.
Kılıçdaroğlu'nun makalesinde şu ifadeler yer aldı:
''Hükümetin son hedefi de demokrasimizin öncelikli eseri olan, başında olduğum Cumhuriyet Halk Partisi. Kasım ayında Silivri Cezaevi'ndeyken, oradaki koşulları bir esir kampına benzettim ve savcı ve hakimlerin adaleti yerine getirmediğini ve adaletin destekleyicileri olarak adlandırılmayı hak etmediklerini söyledim. Bu ay, savcılığın, 'adil yargıyı etkilemeye çalıştığım ve kamu görevlilerine hareket ettiğim' gerekçesiyle sözlerimle ilgili olarak hakkımda bir soruşturma başlattığını öğrendim. Hukuk ve adalet süreciyle ilgili olarak başbakan gibi hükümet yetkililerinin açıklama yapmadığı tek bir gün bile geçmiyor. Şurası açık ki, anamuhalefet partisinin liderini hedef almaya yönelik bu çaba, ifade özgürlüğüne baskıları artırıyor.''
Anayasa Mahkemesinin, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç hakkında reddi hakim talebinde bulunan CHP'yi cezalandırdığını belirten Kılıçdaroğlu, ''İşin özeti şu ki, bugünün Türkiye'sinde adalet sistemini eleştiren kişilere dava açılıyor, mahkemelere başvuranlara da ceza veriliyor. Ülkemde yanlış olan her şeye karşı eleştirel olmak benim hakkım ve görevim. Adaletsizliklere dikkati çekmek ve adalet istemek benim elimden alınamaz bir hakkım. Eğer mahkemeler görevlerini icra etmiyorlarsa, birisi ayağa kalkıp bunları söyleyebilmeli. Ben merhamet değil, parlamentonun bir üyesi olarak dokunulmazlığımın kaldırılmasını istiyorum. Böylece, herkesin neticeye tanıklık edebileceği bir mahkemede yargılanabilirim. Esas dokunulmazlık doğruluktur'' ifadesini kullandı.
''Bugünün Türkiyesi'nin insanların korku içinde yaşadığı, siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak bölündüğü bir bir ülke olduğu, demokrasinin çeşitli bakımlardan gerilediği'' görüşlerini ileri süren Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
''Partimiz, demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve özgürlüklerin arkasında duruyor. Vatandaşların, dinleri, etnik kökenleri, cinsiyetleri veya siyasi görüşlerine bakılmaksızın yasaların önünde eşit muamele gördüğü, ilerleyen bir Türkiye tahayyül ediyoruz. İnsanlar arasında siyasi, ekonomik ve kültürel duvarlar inşa etmek, demokrasi veya sosyal adaletle uyuşmaz. Sadece kendisi ile barışık olan bir ülke komşuları için bir model teşkil edebilir. Bölünme ve kutuplaşmanın birçok şeklinin sardığı bir ülke, başarısız olmaya mahkumdur.
Baskı, korku iklimi yaratma ve özgürlükleri sınırlama gibi taktikler, bir hükümetin iktidarını sadece şimdilik sürdürmesine yardım edebilir. Tarihte hiçbir hükümet otoriter yöntemlerle iktidarını kalıcı olarak sürdürebilmeyi başaramamıştır. Kalıcı olan baskı değil, doğruluktur. Türkiye de bir istisna olmayacaktır.''