Tüm İslam aleminin yüzünü döndüğü ve dikkatle izlediği Türkiye, önümüzdeki günlerde, özellikle de 2015 genel seçimleri yaklaştıkça, mühim olaylarla karşı karşıya kalacaktır. Bu potansiyel gelişmelerin neler olabileceğini iyi hesap etmek ve ülkemizin geleceği için doğru tedbirleri almak son derece önemlidir.
Hiç kuşkusuz önümüzdeki seçimlerin en belirleyici unsurlarından biri çözüm süreci olacaktır. Şehit haberlerinin gelmemesi, demokrasinin gelişmesi, özgürlüklerin yaygınlaşması herkesin gönülden desteklediği hususlardır. Bununla birlikte, PKK’nın dünyaya bakış açısının asla göz ardı edilmemesi gerekir. PKK bağımsız komünist Kürdistan kurulması amacını taşıyan ve silah gücüyle bu amaca ulaşmaya azmetmiş bir terör örgütüdür. Örgüt zaman zaman taktikler değiştirmekte, ancak ana amacından hiçbir zaman vazgeçmemektedir. Çeşitli oyalama taktikleriyle bölgede alan hakimiyeti sağlamayı amaçlamaktadır.
Bu sebeple, bölgede bir tür mafya yapısı oluşturmuş, tehdit ve silahla insanların hayatını kontrol altına almış, farklı düşüncelere yaşam hakkı tanımayan, diğer siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini engelleyen, haraç kesen, yol kapatan, işçi kaçıran, pusu kuran, iş makinalarını yakan, sözde karakollar ve mahkemeler kuran, bu sözde mahkemelerde yargılamalar yapıp insanları cezalandıran, kamu düzenini hiçe sayan bir örgütle karşı karşıya olduğumuz unutulmamalıdır. Nitekim Ekim ayı başında 50 kişinin hayatını kaybetmesiyle neticelenen olaylar, örgütün gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koymuştur.
HDP Neden Seçime Parti Olarak Giriyor?
Tüm bu bilgilerle birlikte seçimler yaklaşırken dikkat çeken haberlerden biri de HDP’nin seçime bağımsız adaylarla değil, parti olarak gireceğini açıklamasıdır. Kuşkusuz tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de her parti seçimlere ne şekilde katılacağı konusunda karar vermekte özgürdür. Ancak, alınan kararlar Türkiye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecek nitelikteyse milletin ve Devletin kurumlarının teyakkuzda olması gerekir.
HDP’nin parti olarak seçime katılması durumunda Meclis’e girmesi neredeyse imkansızdır. Bu durum akla haklı olarak, “HDP Meclis dışında kalmayı neden en baştan kabullenmektedir?” sorusunu getirmektedir. Bu sorunun bir kaç cevabı olabilir. En önemli ve ciddi ihtimallerden biri, seçim sonrasında çeşitli talepleri Hükümete dayatmak ve Hükümeti köşeye sıkıştırmaya çalışarak bu taleplerin yerine getirilmesini sağlamaktır.
Her ne kadar farklı şekillerde ifade edilerek kamufle edilmeye çalışılsa da, Güneydoğu’ya özerklik verilmesi, PKK’yı kapsayacak şekilde genel af ilan edilmesi ve Öcalan’ın serbest bırakılması temel talepler arasındadır. Gerek Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerekse Başbakanımız Ahmet Davutoğlu, çeşitli defalar bu taleplerin kabul edilmeyeceğini ifade etmiştir. Sayın Erdoğan hemen her konuşmasında, “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” vurgusu yapmakta, başta şehit aileleri olmak üzere milletimizin başını yere düşürecek hiçbir şeyi kabul etmeyeceğini ifade etmektedir. Sayın Davutoğlu ise yapılan tüm görüşmelerin ana noktasının üniter devletin varlığının korunması olduğunu vurgulamıştır. Yapılan anketler de milletimizin, başta Öcalan’ın serbest bırakılması olmak üzere, bu taleplere karşı olduğunu ortaya koymuştur.
Hükümetin ve milletin bu kararlı tutumuna rağmen, 2015 seçimleri söz konusu talepleri dayatmak için bir araç olarak kullanılabilir. HDP’nin kazanamayacağını bile bile seçimlere parti olarak girmesi, muhtemelen Ak Parti’nin daha fazla aday çıkarmasına sebep olacaktır. Ancak hemen akabinde bu durum Ak Parti aleyhine kullanılacaktır. Birincisi, her ne kadar gerçeği yansıtmasa da, Ak Parti’nin HDP ile bir çeşit ittifak yaptığı imajı oluşacaktır, ki bu Ak Parti tabanının ve milletin son derece rahatsız olacağı bir durumdur. İkincisi, Ak Parti’ye “işte sana istediğin her düzenlemeyi yapman için imkan tanıdık, şimdi gerekeni yap, yoksa huzur vermeyiz” mesajı verilecektir. Bir yandan da yurt dışına, “demokratik seçimlere katıldık ama dışarıda kaldık, Türkiye’de tam demokrasi olmadığı için temsil hakkımız elimizden alındı, Türkiye’ye gereken baskıyı yapın” yönlendirmesi yapılacaktır. Son zamanlarda bazı köşe yazarlarının dile getirdiği, “HDP meclise giremezse aylarca süren sokak çatışmaları olabilir” yorumları ve HDP’li bazı siyasetçilerin sokak şiddetiyle hak aramayı sözde meşrulaştıran beyanları da bu açıdan çok önemlidir.
Seçim sonrasında, demokratik olarak temsil edilemiyoruz bahanesiyle içeride sokak eylemleriyle şiddet tırmandırılacak, çeşitli saldırılar düzenlenecek, kargaşa ortamı meydana getirilecektir. Hükümete “sana bu yetkiyi boş yere mi verdik” telkini yapılacaktır. Dışarıda ise çeşitli kurumlar “demokrasi” adı altında Hükümete “bu talepleri kabul et” baskısı kuracaktır.
Böylece,
· Yerel yönetimleri güçlendirmek adı altında özerkliğin alt yapısını hazırlamak,
· Yerel parlamentolar kurulmasını sağlayarak özerkliği fiilen oluşturmak,
· Öcalan’ın serbest bırakılmasını sağlayıp bu özerk bölgenin yönetimine getirmek,
· Genel af ilan edilmesini sağlamak ve hem tutuklu hem dağdaki teröristlerin sokaklara çıkmasına imkan tanımak,
· Dağdaki silahlı teröristleri bölgede sözde güvenlik gücü olarak tahsis etmek,
· Anadil dayatması yaparak milletimiz arasında dil engeli koymak, insanlarımızı birbirinin dilinden anlamaz hale getirmek, özetle bölgeyi adım adım Türkiye’den koparmak planı yürürlüğe girecektir.
İç ve dıştan yoğun bir baskıyla Türkiye’ye özerklik, genel af ve Öcalan’ın serbest bırakılmasını kabul etmek dışında bir seçenek bırakılmayacak, böylece dünya derin devletlerinin Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği günden bu yana gerçekleştirmeye çalıştıkları bölünme planı uygulamaya konulacaktır.
Ne Yapılmalı?
Eğer HDP böylesine çirkin bir planın içinde değilse, bunu kamuoyunu tam tatmin edecek şekilde net bir üslupla ifade etmelidir. Milletimizin aklını ve ferasetini kendince değersiz gören yorumlar değil, açık, anlaşılır, tartışmaya mahal vermeyecek ifadelerle açıklama yapmalıdır. Süslü tabirler kullanıldığında veya “kendimiz için değil tüm ülke için istiyoruz” kılıfına konulduğunda, özerkliğin Türkiye için tehlikesi ortadan kalkmamaktadır. Elinde silah olan bir örgütün inisiyatifine değil Güneydoğu, Türkiye’nin tek bir köyü tek bir mezrası dahi bırakılmaz. Sakalı olduğu için insanlara saldıran, istedikleri gibi davranmayanları infaz eden, sıradan halka dehşet saçan bir örgüte dünyanın hiçbir yerinde göz yumulmaz. Dünyanın hiçbir yerinde Devlet kendi vatandaşlarını bu zulmün inisiyatifine bırakmaz. Bu sebeple Türkiye özerkliği adı ne olursa olsun, hangi şekilde sunulursa sunulsun hiçbir zaman kabul etmeyecektir. Kürtlerin iyiliği, güzelliği ve mutluluğu özerklikte değil, büyük Türkiye’de, İslam Birliği’nin kurulmasında, bölgede Kuran ahlakının hakim olmasındadır.
Hükümetimiz de bu oyuna karşı tam teyakkuzda olmalıdır. Ak Parti milletten destek alarak, milletin helal oylarıyla bugüne gelmiş bir partidir ve asla helal olmayan oylara tenezzül etmez. Bu konudaki fitnenin bertaraf edilmesi için bu hakikatin daha güçlü vurgulanması önemlidir. Özerkliğe karşı olduğunu, Öcalan’ın asla serbest bırakılmayacağını, şehitlerimizi mahcup edecek hiçbir adım atılmayacağını, genel affın asla gündeme gelmeyeceğini daha sık ifade etmek milletimiz için gönül ferahlığı olacaktır.
Demokrasinin ilerlemesi, özgürlüklerin genişlemesi sadece Güneydoğu için değil tüm Türkiye için ihtiyaçtır. Bir değeri ve iyiliği sadece kendi ırkından olanlar için değil tüm Türkiye için, tüm insanlar için istemek güzel olandır. Bu anlayışla yaklaşıldığında, dürüst davranıldığında, komünist ideolojiden vazgeçip büyük Türkiye için gayret edildiğinde Allah mutlaka başarı verir. Kuzey Kore’nin bir benzerini bölgede kurmaya azmedenlerin ise unutmaması gereken bir hakikat vardır: Allah zalime başarı vermez. Zulüm yok olmaya mahkumdur.