Son dönemlerde yaşadığımız ve karşı karşıya kaldığımız gelişmelere baktığımızda anlıyoruz ki bir takım karanlık güçler İslam coğrafyasını ve İslam ümmetini Tarumar etmek niyetindedirler. Müslüman toplumun içerde ve dışarda bir kez daha karanlık bir sürece mahkum edilmek istendiğini hepimiz biliyoruz. Şüphesiz İslam ümmetinin birliğini ve dirliğini bozmaya çalışarak geleceğimizi karartmak isteyen bu şer güçlere karşı mücadele etmenin en temel görevimiz olduğunda hepimiz müttefikiz.
Şüphesiz İslam ümmetini bu karanlık süreçten selamete çıkaracak , bu yönde hayati sorumluluklar üstlenecek güçlü ve ortak bir iradeye ihtiyaç olduğu da hepimizin malumudur.
İşte bu amaçla yola çıkan Doğu-batı kardeşlik platformu, Bursa, Diyarbakır ve Ankara’dan sonra hamdolsun kardeşlik buluşmalarının dördüncüsünü İstanbul’da gerçekleştirmektedir.
Bu anlamlı yürüyüşe, müzakere ve karar sürecine dahil olmak üzere coğrafyamızın dört bir yanından çağrımıza icabet ederek gelmiş olmanız şüphe yok ki her türlü takdirin fevkindedir.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
İslami camianın önemli yapılarını dernek ve vakıflarını bir araya getirmekten gayemiz elbet güçlü bir ortak irade oluşturabilmek içindir. Şüphesiz bunun gerçekleştirilebilmesi siz değerli kardeşlerimizin yardım ve destekleriyle olacaktır. ister sürekli evrilmeye devam eden, insanımızı farklı kulvarlara savuran Kürt Sorunu olsun, ister bir başka sorun, Allah’ın ipine sımsıkı sarıldıkça aşılması imkansız bir sorun olduğuna hiç birimiz inanmayız.
Yeter ki; Allah’ın eli kenetlenen ellerimizin üzerinde olsun. Yeter ki; bizler bu tür bir niyetle azmetmiş ve Allah’ın yardımını talep ve umut etmiş olalım.
Bu güne kadar yaptığımız çalışmaların gösterdiğimiz gayretin çok üzerinde bir başarı yakalamış olması elbet bu topluluğun samimi niyet ve amaçlarıyla alakalıdır. Bursa’da ortaya atılan bir düşüncenin az bir zamanda kat ettiği mesafede göstermektedir ki; bu toplum, bu tür bir ihtiyaca cevap vermeye hazır bulunmaktadır. Şüphesiz bu iyi bir durumdur. Bu durum aynı zamanda bu ihtiyaca cevap verecek özverili bir çalışmanın yapılmasını da şart kılmakta ve önemli sorumluluklar yüklemektedir.
Doğu-batı kardeşlik platformu’nun bugüne kadar yaptığı çalışmaların ve yüklenmeye çalıştığı misyonun belki yepyeni bir çığır açtığı iddia edilemez ama en azından ümmetin şiddetle ihtiyaç duyduğu birliktelik ruhunu hayata geçirebileceği mütevazı ve kullanılabilir bir yol ve zemin oluşturduğu da rahatlıkla ifade edilebilir. Ne var ki; bu uhuvvet zemininin daha güçlü ve işlevsel hale getirilmesi gerekmektedir. Ve bu görev ancak siz değerli kardeşlerimizin, himmet ve katkılarıyla mümkün olabilecektir. Aksi halde bir parıltıdan ibaret kalacaktır.
Değerli dostlar, kıymetli misafirler,
Kürt sorunu, ümmeti perişan eden bir sorundur. Bizim sorunumuzdur. Asla ve kat’a Müslüman toplumun ürettiği bir sorun olmamakla beraber ümmetin arasına nifak sokan derin ve nitelikli bir projedir. Ancak kabul etmek gerekir ki; bu sorunun dalga etkisi yapması kabul etmek lazım ki biraz da bizim feraset ve duruşumuzla ilgilidir. Biri eskiden beri Anadolu’da mukim, diğeri uzak bir coğrafyadan gelmiş olan iki topluluk (Kürtler ve Türkler), muhakkak ki İslam sayesinde birbirlerine kardeşlik bağı ile bağlanmışlardır. Peki bugün bize ne oluyor ki; Allah’ın birleştirdiği kalplerimiz birbirinden uzaklaşmakta ve onun yerini kin ve nefret tohumları alabilmektedir? Nasıl oluyor da kimi projelerin bir parçası haline gelebiliyoruz.
Allah taksiratını affetsin Ümmetin bundan yaklaşık iki yüz yıl evvel II. Mahmud’u “gavur padişah” diye nitelemesinin üzerinde yeterince düşünebildik mi acaba? Fransız ihtilalinin ırkçı ve sözde eşitlikçi rüzgarları karşısında batıya yelken açan yöneticilerimiz Tanzimat fermanı ile bu toplumun içinden acaba hangi damarı söküp aldılar ki zaman içinde nefret zeminine doğru sürüklenir olduk? İttihatçı kafa Şerif Hüseyin ve avanesinin kabile kafasıyla ihanetini gerekçe gösterip ümmetin önemli bir azası olan Arap kavminin tamamını ümmetten koparıp batılıların kucağına atarken Tanzimat’la sökülüp atılan İslam damarının yerine kendini acaba hangi batılı nazariyeye dayandırmıştır? Cumhuriyet dönemi de üretilen Kemalist ideoloji ile aynı yoldan yürüyerek Müslüman Kürt toplumuna aynı muameleyi reva görmedi mi?
Tüm bu yapılanları görmezden gelerek bugün hala Kürtlerin çok azına etki eden PKK örneğine bakarak Kürt kardeşlerimizi tüm bu olup-bitenlerden sorumlu tutabilir miyiz? Veya aynı mantıkla Tanzimat ve ittihatçı kafa ile Kemalist ideolojinin kendilerine yapıp ettiklerine bakarak bütün Türkleri suçlu ilan etmek mümkünmüdür?
Kemalist ideoloji, herkesi Türk olmaya ve Türkçülüğe çağırıyor…
PKK ise Kemalist ideolojiye öykünerek Kürtleri Kürt olmaya ve Kürtçülüğe çağırıyor.
“Sen Kürtsün, Kürt gibi düşün, olaylara Kürt gibi bak” diyen PKK kafasıyla,
“ey Türk övün, Sen Türksün, Türk gibi düşün, Türk gibi yaşa, Türkiye Türklerindir, her şey Türklük için” diyen bir devlet kafası arasında ne fark vardır ki biri diğerine alternatif olabilsin.
Peki tüm bu çevreler, meydanda kol gezerken topluma İslami değerler doğrultusunda hak ve adalet çağrısında bulunan var mı?
Yok!
İşte sorun burada...
Toplumun bu kafalardan çıkacak bir barış önerisine bel bağlaması ve çözüme dair bir umuda kapılması mümkün olmadığı gibi, kendileri “sorun” olan bu kafaların hiçbir zaman soruna çözüm bulmak gibi bir niyetlerinin olmadığını da çok iyi bilmektedir.
Madem İslam ve Ümmet İradesi dışında başka saiklerle hareket eden ideolojik devlet ve sözde karşıt örgütlenmeler bu sorunu çözemezler, o halde onların anlamsız tezlerini içselleştirerek kendimizi taraf durumuna getirmenin ve araya mesafe koymanın hiçbir geçer mantığı da olmayacaktır.
Herhalukarda sormamız gereken soru şu olmalıdır; Hani nerede bizim İslam kaynaklı “hak” ve “adalet” ilkelerine dayalı alternatif çözüm önerilerimiz?
Esasen ne Türklerin olaylara “İslam”, “hak” ve “adalet” eksenli bakmayan PKK üzerinden Kürtleri, ne de Kürtlerin yıllardır İslamsızlaştırma politikaları izleyen Kemalist zihniyet üzerinden Türkleri yargılamaya hakları vardır.
İslam ortak paydasında buluşan her iki kesiminde bu tür bir yanlışa düşmek gibi bir lüksleri olamaz.
Görünen o ki; bizim gerçek sorunumuz, tüm bu taraflardan bağımsız olarak inandığımız ilkeler çerçevesinde kendi çözüm paketimizi topluma sunamayışımız ya da bu yönde bir inisiyatif geliştirememiş olmamızdır.
Şüphesiz bu durum Müslüman toplumu edilgen kılmakta ve sürekli farklı kulvarlara savrulmasına neden olmaktadır.
Herhalde bizim sorunu üreten ve çözme iradesi taşımayan statükocu devlet ile ona öykünerek hemen hemen aynı zihniyeti benimseyen bir örgütün birlikte sahneledikleri oyunun etkisi altında kalmadan doğusuyla batısıyla ümmet bilincinde buluşarak “İslam”, “hak” ve “adalet” ekseninde toplumu aydınlatmak, dönüştürmek ve bu büyük oyunu bozmak gibi bir sorumluluğumuz olmalıdır.
Yani bir araya gelerek vücut vermeye çalıştığımız bu tür ortak zeminlerde mutlak surette kendi yol haritamızı inşa etmek zorundayız.
Unutmayalım ki; sorunun çözümü ile ilgili “Akil adamlar” önerisini ortaya atanlar toplumun kahır ekseriyetini oluşturan İslami kesimden ancak bir-iki isme yer verebilmişlerdir. Bu ve benzeri girişimlerde “İslam bu sorunu çözemez” diyen laik, Kemalist, sosyalist, liberal, demokrat isimlerin öne çıkıyor olması sizce de yeterince manidar değil midir?
Tabiat boşluk affetmez derler, elbet biz sahneden çekilirsek sahneye fırlayan, rol kapmaya çalışan çok olacaktır.
Kanaatimce bu topluluk, bugünden tezi yok kendi “akil adamlar” listesini derhal ilan etmelidir. Gerçek şu ki; bu ümmet, kendi temsiliyet gücünü behemehal oluşturmak zorundadır.
Bilinmelidir ki; “barış” dilini kullanma hakkına en çok sahip olan topluluk bu topluluktur. Bu cümleden olarak “adil” bir şahitlik yapacak ve “adalet”i önceleyecek olan topluluk da yine bu topluluk olacaktır. Unutmayalım ki; salt “barış” dili “adalet”i sağlamaya güç yetiremez, ama “adil” bir şahitlik mutlak surette kalıcı ve sağlıklı bir barışı tesis etmeye güç yetirecektir. Elbet “adalet”i, sağlayacak olan beşeri sistemler değil, Allah indinde tek hak din olan İslam’dır.
Fakat kendimizi öyle bir kapana mahkum etmişiz ki; sorunu üreten ve güya sorunu çözme teşebbüsünde bulunanlar salt çatışma ortamını devam ettirmekle kalmıyorlar, aynı zamanda İslam’ı saha dışına iterek Türklerin ve Kürtlerin Müslümanlığından her geçen gün bir şeyler alıp götürmektedirler.
O kadar ki, Müslüman kimliğin mümkün olduğunca silikleştirilmesi karşılığında Türklere ve Kürtlere bir gelecek vaadinde bulunulmaktadır. Bu yüzden ne Türkler, değerlerini muhafaza edebilmektedirler ne de Kürtler.
Said’i Kürdi ile Şeyh Said’in direniş çizgisinden her geçen gün artan bir oranda Abdullah Öcalan’ın sosyalist çizgisine savrulmak ve en kötüsü de bu durumu giderek içselleştiren argümanlar üretmek böyle bir sürecin ürünü değil midir? Aynı şekilde Türklerin de İslam dışı argümanları içselleştirip benimsemeleri dayatılmıyor mu?
Halbuki bir zamanlar Türklerle Kürtlerin ortak direnişini İskilipli Atıf ve Said-i Kürdi temsil ediyordu. Heyhat, artık bugün ne bir İskilipli Atıf, ne de bir Said-i Kürdi hatırlanması istenmemektedir. Aksine her biri Allah’ın ayeti olan yerel kimliklerimiz birbirimize düşman olmanın gerekçesi olarak sunulmaktadır.
Deniliyor ki; “İslam asla bu sorunu çözemez.”
Heyhat! Allah’ın dini bu sorunu çözemeyecekse eğer, acaba hangi beşeri ideoloji insanlığın topyekün mahviyetini önleyebilir ki?
Görüldüğü gibi bütün mesele; İslamı saha dışına iterek Müslümanları etkisizleştirme ve bir yerlere eklemleme çabalarına karşı bizim ne yapacağımız ve nasıl bir cevap vereceğimizdir
O yüzden diyorum ki; ne Şeyh Sait’in direniş çizgisini dışlayarak Marksist-Leninist bir zihniyeti dayatan PKK üzerinden topyekün Müslüman Kürtleri suçlayalım, ne de inançları nedeniyle Türk İskilipli Atıf Efendi ile Kürt Said-i Nursi’yi “hain” ilan eden ve birini idama, diğerini de zindana gönderen Kemalist zihniyet üzerinden Müslüman Türkleri suçlayalım.
Kardeş ve ümmet bilincine sahip Müslümanlar olarak gelin başkalarının çözümlerini değil, kendi değerlerimizin öngördüğü çözümlerimizi ortaya koyalım.
Sipariş edilmiş ithal çözümlerin coğrafyamıza hayır getirmeyeceği gerçeğinden hareketle; gelin, İskilipli Atıf ve Said-i Kürdi gibi müstesna isimleri yeniden hak mücadelemizin önderleri kılalım.
Ki yüreklerimiz bir kez daha aynı sinelerde topluca atabilsin.
Kürtçü, Türkçü, liberal, sosyalist, kapitalist, Kemalist, demokrat ve bilumum ithal aidiyet ve temsiliyetine karşı “söylenecek sözümüz var” diyerek hakka dayalı yepyeni ve güçlü bir temsiliyet oluşturalım.
Öncelikle Müslüman temsiliyetin önünde kendimizi engel olmaktan kurtaralım. Bu tür buluşma ve kenetlenme zeminlerini daha da güçlendirelim ve güçlü bir temsiliyet iradesi oluşturalım.
Vahyin ilkelerini hayatımıza hakim kılalım ve “Onların işleri aralarında şura iledir” buyuran hazreti Kur-an’ın çağrısına kulak verelim.
Evet, nerede Kur-an’ın emrettiği şura, neden yok?
Hani nerede o şura’da alınmış ve tüm Müslümanları bağlayan kararlarımız?
Müslümanların bir araya gelmesi neden bu kadar zor?
Vahiy yoksa, iman yoksa, mümin yoksa, kardeşlik yoksa, ümmet yoksa, şura yoksa, karar yoksa, çözüm nasıl var olabilir ki?
İşlerimizi devlete, siyasete, hükümete ve dağdaki örgüte havale ederek çözme kolaycılığını terk edip bizzat sorumluluk üstlenme ve çözüm üretme zamanı gelmedi mi?
İslamcı bir gelenekten geliyor olsalar bile, Ulusal ve uluslar arası güç odaklarının kurup geliştirdiği mekanizmalar arasında kendi reçetesini uygulamaya yol bulmakta zorlanan ya da bu konuda gerekli iradeyi ortaya koyamayan siyasi iradeye tüm sorumluluğu yıkarak kimi söylenenleri ve yapılanları yeterli ve mutlak doğru kabul etme ya da her kötü gelişmeyi birilerinden bilme kolaycılığından ne zaman vazgeçeceğiz? Artık yeni bir inşa süreci başlatmalı değil miyiz?
Buradan hareketle hemen ifade edelim ki; Doğu-Batı Kardeşlik Platformu bu tür bir ihtiyacın karşılanması ve buna dair mecburi görevin ifa edilmesi fikrinden doğmuştur.
Bizler Bursa’dan ilk yola çıktığımızda mutlak bir zafer kazanmak düşüncesiyle değil, gördüğümüz bir ihtiyaca karınca kararınca cevap vermek niyetiyle yola çıkmıştık.
Önce il il Kürdistan Coğrafyamızı ziyaret ettik.
Bursa da başlayan o yürüyüş Kürdistan’da karşılık buldu.
Tanışma, kucaklaşma, istişare, müzakere derken kavilleşip kadim kardeşlik ruhunda karar kıldık.
Bursa, Diyarbakır, Ankara kardeşlik buluşmaları ile bir iken on iki olduk, sonra 24, sonra 44 ille bütünleştik.
Şüphesiz kolay olmadı bu yürüyüş…
Hayırlı işin muzır manisi çok olurmuş, elbette bu yürüyüş, en başta içerde ve dışarda bir çok zorluklarla karşı karşıya kaldı. Tehditler aldı, hakkımızda suç duyuruları yapıldı, soruşturmalar başlatıldı, geri çekilmeler, ön almalar oldu. bir çok arkadaşımız baskı ve şiddetle karşılaştı. Ancak bizler Platforma karşı gerçekleştirilen bu tür girişim ve engellemeler karşısında asla geri adım atmadık yılmadık. Ne yaşadığımız zorlukları gözümüzde büyüttük ne de karşılaştığımız engelleri yüksek sesle dillendirmeyi tercih ettik. Zira biz; karşılaştığımız zorluklar nedeniyle sızlanmaktansa her zaman “üzüm yemek” amacıyla hareket ettik. Şüphesiz maksadımız ümmetin birliğine ve dirilişine katkıda bulunmaktı. O kadar ki; ümmetin zararına olabilecek herhangi bir adımı atmaktansa hiç kıpırdamamayı tercih ederiz.
Ancak Bursa’da başlayan sonra en doğuya sonra da en batıya, İstanbul’a uzanan bu kardeşlik yürüyüşünün bundan böyle yeni ve daha güçlü bir evreye ulaşması ve yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Şüphesiz bu mesajın batıdan doğuya, doğudan batıya taşınması salt bizim zayıf omuzlarımızın taşıması gereken bir yük değildi.
O yük; ancak ve ancak Allah’ın yardımı ve bu gün burada hazır bulunan siz değerli müminler topluluğunun omuzlarında taşındı.
Bundan böyle de bu kardeşlik ve uhuvvet sancağı her nerede, nasıl dalgalanacaksa burada hazır bulunan bu seçkin topluluğun omuzlarında taşınacak ve karar verme ve sorumluluk üstlenme yine bu seçkin topluluğa ait olacaktır.
Duamız odur ki; bu seçkin topluluk bu yapıyı toplumsal temsiliyet ihtiyacına cevap verecek şekilde hem daha görünür kılsın ve hem daha güçlü bir yapıya dönüştürsün.
Bizler bursa ekibi olarak bu ulvi gayenin birer hizmetkarı olmaktan başka bir gaye gütmedik. Gelinen noktada zerre miktar katkımız olmuşsa kendimizi bahtiyar kabul ederiz. bundan böyle de bu topluluğun ortak iradesi tarafından bize her nerede nasıl bir görev verilirse verilsin yerine getirmekten asla kaçınmayız.
Siz değerli kardeşlerimizin de aynı duygu ve inançla hareket edeceğinden bu beraberliği daha ileriye taşıyacağından ve gerekli sorumluluğu yükleneceğinden zerre kadar şüphemiz yoktur.
Her kim ümmetin inşasına ve yeniden dirilişine zerre miktar katkı korsa Allah ondan razı olsun.
Sözlerimi bitirirken hepinizi saygıyla selamlıyor, Allah’tan hayır temennisinde bulunuyorum.
Hasan Ünal
Doğu-Batı Kardeşlik Platformu Sözcüsü
DOĞU BATI KARDEŞLİK PLATFORMU
7 - 8 - 9 - EYLÜL 2012 İSTANBUL BULUŞMASI
SONUÇ BİLDİRGESİ
Kürt Sorununun çözümünde İslam ortak paydasında buluşan sivil toplum kuruluşlarının inisiyatif üstlenmesi amacıyla 2010 yılında Bursa'da şekillenen Doğu Batı Kardeşlik Platformu, bugüne kadar Bursa, Diyarbakır Ankara ve son olarak İstanbul olmak üzere dört kardeşlik buluşması gerçekleştirmiştir.
Ülkenin dört bir yanından İslami STK temsilcilerinin katılımlarıyla oluşturulan Doğu Batı Kardeşlik Platformu ilk aşamada ciddi anlamda zayıflayan duygusal bağların yeniden güçlendirilmesi için, öncelikli olarak sorunla ilgili düşüncelerini özgürce paylaştıkları ortak bir zemin oluşturmuştur.
Diyarbakır Buluşmasında "Sorunu doğuran iradeden çözen iradeye Kürt Sorunu" gündemiyle toplanan Platform, Ankara Buluşmasında "Adalet, özgürlük ve kardeşlik zemininde Kürt Sorunu" gündemiyle toplanmıştı.
7-8-9 Eylül 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen İstanbul Buluşmasında "Kürt Sorununun Çözümünde söylenecek sözümüz var" ana temasıyla konu ele alınmış, platformun, sürecin bundan sonraki aşamalarında daha etkin çalışmalar yapması gerektiği kararına varılmıştır
Daha önceki buluşmalarda olduğu gibi bu buluşmada da Kürt sorununun adalet, özgürlük ve kardeşlik temelinde çözümüne yönelik başlatılan çabaların ivme kazandırılarak yeni bir aşamaya geçilmiştir.
Platformun İstanbul Buluşmasında Aşağıda Ortaya Konulan Görüşlerin Çözüm Sürecine Katkı Sağlayacağı Düşüncesiyle Kamu Oyuyla Paylaşılmasında Fayda Mülahaza Edilmiştir.
1-Cumhuriyete hakim vesayetçi zihniyetin tasallutundan kurtulmadıkça sorunun çözümüne ilişkin sağlıklı bir sürecin oluşturulamayacağı anlaşılmıştır.
2-Yeni anayasanın ulusçu ideolojik vurgulardan arındırılmış, temel hak ve özgürlükleri merkeze alan bir anlayışla hazırlanması gerektiği kanaatine varılmıştır.
3- Adem-i Merkeziyetçi yönetim modelleri tartışılmalı, yerinden siyasal yönetim imkanları artırılmalıdır.
4- Kalıcı barışın tesisi için silahlı çatışmalara son verilmelidir.
5- Toplumsal barışı temin maksadıyla siyasi genel af derhal çıkarılmalıdır.
6- Konuşulan her dilin Allah'ın bir ayeti olduğu gerçeğinden hareketle, Anadilde eğitim hakkının en kısa sürede anayasal güvenceye kavuşturulması gerektiği hususunda fikir birliğine varılmıştır.
7- Tevhidi Tedrisat Kanunun kaldırılması, kapatılan medreselerin yasal güvenceye kavuşturulması ve bu bağlamda yüzyıl öncesinden Said Nursi tarafından projelendirilen Medresetüz-Zehra'nın çağın değişen şartlarına göre güncellenerek yeniden hayata geçirilmesi sağlanmalıdır
8- Roboski Katliamının Faillerinin "Ankara'nın dehlizleri"nde kaybolmasına izin verilmemelidir.
9- Anadolu coğrafyasında yaşayan halkların geleceği küresel emperyalist güçlerin menfaatlerine kurban edilmemelidir.
10- Kürt halkının duygu ve düşüncelerini temsil eden Müslüman kanaat önderleri de sorunun çözümünde muhatap alınmalıdır
11- Doğu Batı Kardeşlik Platformu, Kürt Sorunuyla ilgili her türlü gelişmenin takipçisi ve müdahili olmaya devam edecektir.
DOĞU BATI KARDEŞLİK PLATFORMU ADINA
Hasan ÜNAL