Gülen’in Refah-Yol hükümetine yaptığı “çekilin” çağrısı yüzünden 28 Şubat’ı yapan askerlere destek verdiği yazılıp çizilmiş ve “28 Şubat’ta Gülen’in hiç mi suçu yoktu” şeklinde yorumlanabilecek yazılar yazılmaya başlanmıştı.
12 Eylül, 28 Şubat ve diğer darbe girişimlerinin yargılanmaya başlanmasıyla birlikte darbeyle ilgili görüş bildirenler de sıkça konuşulmaya ve eleştirilmeye başlandı...O günlerde görüş bildiren ve bugün birçok gazetecinin adeta darbe yanlısı gibi gösterdiği Fethullah Gülen'in darbe konusundaki tutumuyla ilgili Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bir açıklama yaptı. Açıklamada :''Gülen’in darbe süreçlerindeki tavrı, ülkenin göreceği zararı en aza indirmek için müspet hareket ve aktif sabır anlayışı doğrultusunda itidal, temkin ve dikkat ile hareket etmek şeklinde anlaşılmalıdır'' denildi.Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın o açıklaması....
Toplumsal hayatımızın aktif bir üyesi olan Sayın Gülen’in darbeler öncesinde, sürecinde ve sonrasında bazı tavır ve değerlendirmeleri olmuştur. Ancak, bunların bir kaçı seçmece usullerle alınıp, resmin tamamı verilmeden, Gülen, darbelere destek vermiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Ne Sayın Gülen ne de Hizmet, yaptıklarının mükemmel olduğu iddiasında değildir. Yıkıcı olmayan ve niyet okumayan sorgulamaya ve eleştiriye açıktır. Sayın Gülen ve Hizmet’in darbelerle ilgili tutumlarının sorgulanmasına kimsenin itirazı olamaz. Ancak bu sorgulamalar insaf sınırlarının dışına çıkmayan, maddi hatalar içermeyen objektif ve yapıcı eleştiriler olmalıdır.
Hizmet ve Sayın Gülen’i rasyonel ve bilimsel açıdan anlamanın en önemli ve yetkin araçlarından birisi kendisinin yazı, konuşma ve aksiyonunu bütüncül bakış açısı ile derinlikli bir analize tabi tutmaktır. Bunun dışındaki hüküm çıkarma çabaları eksik ve yetersiz kalacak hatta seçmecilik ve indirgemecilikle malul olacaktır. İşin doğrusu, Hizmet ve Gülen, geniş kesimler ve kamuoyu itibarı ile, en az 20 yıldır Türk kamusal hayatının görünen yüzünde olagelmişlerdir. Olumlu ya da olumsuz hem Türkiye’de hem de yurtdışında haklarında binlerce köşe yazısı ve haber, yüzlerce akademik tebliğ ve makale ve onlarca akademik kitap hazırlanmıştır. İtibarlı ve objektif pek çok akademik yayının işaret ettiği üzere, Hizmet’in ve Gülen’in hem söylemleri hem de pratiği ya direkt ya da dolaylı olarak demokrasi, sivil toplum, insan hakları ve barış inşası yönünde olmuştur.
Daha önceki açıklamamızda da ifade edildiği üzere, Hizmet’in demokrasi ile insan hak ve özgürlükleri talebi hiçbir zaman toplumun genel anlayış ve beklentilerinin gerisinde olmamıştır. Hizmet bu hedefler ve idealler doğrultusunda ‘çatışmaksızın’ faaliyet göstermeye gayret etmiştir. Dindarlara devlet gücünü de kullanarak yapılan pek çok eziyete karşılık, Hizmete gönül verenler çatışma yerine aktif sabrı tercih etmişler, çatışmaksızın, hak belledikleri yolda çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Hizmet’in temel prensiplerinden biri olan “müspet hareket” tam da bu tavra karşılık gelmektedir. Hizmet üzerine yapılmış bir kısım akademik çalışmalar, bu hareket tarzını çatışmacı olmayan (non-confrontational) ya da katılımcı direnç (participant resistance) olarak adlandırmaktadırlar.
Hizmet’in faaliyetlerinin yoğunlaştığı alanların her birinin barışın inşasına, sivil toplumun gelişmesine, bireylerin ve özellikle de kadınların güçlenmesine ve de demokratikleşmeye orta ve uzun vadede katkı yaptığı ve yapmakta olduğu pek çok akademik çalışmaya konu olmuştur. Hizmet’in din adına siyasete müdahaleye, dinin siyasete araç yapılması ve bir ideoloji haline getirilmesine karşı olduğu da çok açık bilinen bir husustur. Her ne amaçla olursa olsun Hizmet’in herhangi bir darbeye sıcak bakmayacağı çok açıktır. Özellikle din adına devletin yapacağı baskının insanları riya, gösteriş ve münafıklığa iteceği de Hizmet’in temel sosyo-politik anlayışlarından birisidir.
İslami geleneğin yüzyıllardır benimsediği bir prensip olan “en kötü devlet, devletsizlikten, kaos ve anarşiden iyidir” anlayışı, asla demokrasiyi arka plana atan ve devleti ve yaptığı her şeyi kutsayan bir anlayış olarak anlaşılmamalıdır. Mevcut düzen içerisinde hukukun üstünlüğüne, evrensel hukuka ve insan haklarına uygun olmasalar da yasaların bağlayıcılığına saygı gösterme ve çatışmaya girmeme, ancak bunları katılımcı bir dirençle demokratik yollarla evrensel standartlara yakınlaştırmaya çalışma Hizmet’in temel hareket tarzıdır.
1971 darbesinde haksız yere tutuklanan, 1980 darbesinde 6 yıl bir suçlu gibi kovalanan, 28 Şubat post modern darbesinin ardından da 13 yıldır memleketinden uzak yaşamaya mecbur bırakılan Sayın Gülen’in darbelere sıcak baktığı hatta desteklediği iddiası çok açık bir çarpıtmadır. Beraatla sonuçlanmış olsa da, Gülen’in daha 2008’e kadar hakkında açılmış bulunan temelsiz ve haksız bir dava ile darbeciler tarafından hedef alındığı da unutulmamalıdır. Ayrıca, 28 Şubat’ın gerçek mağduriyetinin siyasal değil toplumsal alanda yaşandığı açıktır. Toplumun pek çok kesimi ile birlikte toplumsal alanın önemli bir yerini tutan Hizmet’in de bu mağduriyetten payını aldığı bilinmektedir. Tüm bunlara rağmen müspet hareketi elden bırakmayan Hizmet, mağduriyet söylemini tercih etmemiştir.
Darbelerle ilgili konuşmaları ele alınırken, her şeyden önce Sayın Gülen’in genel tarz ve üslubu dikkatle analiz edilmelidir. Demokrasiyi destekleyen ve öne çıkaran kısımlar göz ardı edilip, bağlamından koparılmış ya da asıl maksadı geniş resim içerisinde ancak anlaşılabilecek cümleleri peş peşe sıralamak Sayın Gülen’i ve Hizmet’i anlamamıza yardımcı olmaz, hatta tam aksi bir sonuç verir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sayın Gülen’i okurken onun müspet hareket, çatışmasızlık, aktif sabır, sosyal gelişme, muhatabı rencide ve tahrik etmeme anlayışı dikkate alınmalıdır.
Sayın Gülen’de karamsarlıktan çok iyimserlik vardır. Şartların en ağır olduğu zamanlarda bile sevenlerine ümit aşılamaya çalışır ve hadiselerin olumlu taraflarını nazara verir. Adil olma adına, hoşuna gitmeyen birisinden sadır olan olumlu bir şeyi de görmezden gelmez. Ümitvarlığın bir yansıması olarak durum tespiti yaparken iyiye ve ideale işaret eder.
Bu hemen hemen her konuda böyle olduğu gibi askerler ve askeriye için de böyledir. Aralarında olan vicdanlı ve demokrat kişiler hatırına darbe dönemlerinde bile hiçbir kuruma düşmanca yaklaşmamış ve toptancı bir şekilde yıkıcı eleştirilerde bulunmamıştır. Bu tavrı darbeleri desteklediği anlamına gelmez. Sayın Gülen, ülkenin daha kötü bir duruma düşmemesi ve tüm toplumun faydası adına tansiyon düşürücü bir tavır alır. Fayda getirmeyecek ve hatta kötü niyetlilere bahane olacak çatışmacı bir tavra girmez.
Öte yandan, iyimserliği asla bir Polyannacılık değildir. Dolayısı ile iyimser olmakla birlikte meydana gelebilecek kötü ihtimallere tarihin dersi ve sosyo-politik realitelerin ışığı ile bakar. 28 Şubat darbesinin liderlerinden bir komutanın hatıratında da geçen ve toplumun en hafif direncini bile fiili darbeye bahane yapmaya hazır olunduğunu gösteren “sokaktan gelen irtica bir halk hareketine dönüşme eğilimine girerse, müdahale son çare olacak” sözü bu açıdan çok manidardır. “Demokrat” denilerek, darbecilerce istihfaf edilen bir generalin Genelkurmay Başkanlığına gelmiş olması, tüm subaylara ve askeriyeye kırıcı bir tavır almanın ne kadar yanlış olabileceğini göstermektedir. Aynı şekilde, Ergenekon davalarının da demokrasi yanlısı subay çoğunluğu olmasa açılamayacağı ve devam edemeyeceği barizdir. Mahkemelerce gerçekliği kabul edilen, bir amiralin günlüklerinde geçen, kıtalardaki subayların çoğunluğunun darbeye karşı olduğu gerçeği de Sayın Gülen’in tavrının doğruluğunu göstermiştir.
Aslında Gülen, 1993’ten beri gelmekte olan darbe sürecini görmüş ve buna elinden geldiğince dikkat çekmeye çalışmıştır. 28 Şubat’a yaklaşılırken, Sayın Gülen’in “Gölcük’te hareketlenmeler var” duyumunu ilettiği Devletin zirvesindekiler kendisine “varsa elinizde bunun belgesini verin” demişler, aslında ayyuka çıkan bu demokrasi karşıtı hareketlenmeleri mercek altına almaktansa Demokrat Parti döneminin meşhur Samet Kuşçu olayını hatırlatırcasına olayı ifşa edenleri risk altına atmayı tercih eder görünmüşlerdir. Aynı şekilde, Sayın Gülen’in bir başka ikazına cevaben bir devlet büyüğü "Hocam, dengeli olalım biraz" demiştir.
Sayın Gülen, daha 28 Şubat darbesinin sıcak günleri başlamadan bir grup gazeteciye Ekim 1995’te endişelerini “askeriyede bir grup muhtıra hazırlığı içinde” sözleri ile ifade etmiştir. Bu tarihte söz konusu endişeleri dikkate alacak ne güçlü bir siyasi yapı ne de bunlarla mücadele edecek duyarlı bir medya vardı. Ne yazık ki, birkaç zayıf istisna hariç Gülen’in bu açıklaması destek görmemiştir. Hatta önemli bir partinin grup başkanvekili açıklamayı “Şanssız bir açıklama, amaçlı bir yorum […] Hiçbir hazırlık yok. Fethullah Gülen'in şahsi görüşüdür. Askerlerimiz de milletimizin bir parçasıdır” diyerek karşıt tavır sergilemiştir. O dönemde bir deniz subayı tarafından bütün siyasilere gönderilen ve Sayın Gülen’in de bir kamuoyu oluşturma çabasıyla seslendirdiği endişelerinin önemi, pek çok darbe girişiminin ortaya çıktığı Ergenekon sonrası süreçte ancak anlaşılabilmiştir.
Hizmet’in ve Sayın Gülen’in 28 Şubat darbe sürecindeki tavrı, ülkenin o zamanki şartları tüm detayları ile göz önüne alınmadan anlaşılamaz. 1997’de sivil siyaset kendisine karşı yapılan psikolojik harbi ilk başlarda hafife almış, daha sonra da engelleyebilecek iradeyi gösterememiştir. Bir kısım iktidar mensupları da niyetlerinde samimi de olsalar yapılan propagandaları doğrulayıcı tavırlar almışlar ve darbeye destek veren medya bunları alabildiğine büyütmüştür. Silahsız kuvvetler olarak adlandırılan bazı etkin ve güçlü “sivil” toplum kuruluşları ve sendikalar demokrasi karşıtı ve darbe yanlısı bir tavır almışlardır. Bazı komutanlar açık açık silahlı müdahale tehditlerine başlamışlardır. Cumhurbaşkanının duruşu belli olmuş, Sincan’da tanklar yürümüş, İçişleri Bakanına “yağlı kazığa oturturuz” tehdidi yapılmış, büyük gazetelerin manşetlerini darbeci komutanlar belirler olmuştur. Bu hengâmede Sayın Gülen’in duruşu ülkenin daha az zararla bu süreci atlatmasını amaçlamıştır.
Bugünden geçmişe bakıp, “asker darbe yapamayacaktı zaten, neden meydan okumadınız?” diye sormanın hiçbir rasyonel dayanağı yoktur. 28 Şubat 1997'deki MGK kararları uygulanmıyor diye bazı askerlerin 11-16 Haziran 1997 tarihleri arasında darbe yapacağı bilgisini ABD de ciddiye almış ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 14 Haziran 1997’de Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada “Anayasal düzenin dışına çıkılmaması gerektiğini Ankara’ya bildirdik” ifadelerini kullanmıştır. Bu açıklamayı manşetten duyuran Milliyet gazetesinin o günkü yayın yönetmeni Sayın Derya Sazak bir komutanın arayıp “Oraya da iki general mi gönderelim?” dediğini açıklamıştır.
Sayın Gülen, çokça eleştirilen Refah-yol hükümetini çekilmeye davet ettiği 16 Nisan 1997’deki Kanal D’de ki röportajında bile o zor zamanlarda söylenebileceği kadarı ile darbelerin ülkeye zarar verdiğini anlatmaya çalışmıştır. Üstelik bu, siyaset kurumunun dik duramayıp, Hizmet’in ve diğer dini hareketlerin eğitim kurumlarının kapatılmasını ya da devletleştirilmesini öngören 28 Şubat kararlarının imzalamasından bir buçuk ay sonradır. Daha öncesinde de çok sayıda subay/astsubay YAŞ kararları ile ordudan atılmış ve 12 Aralık 1996 tarihli Yeni Şafak “Bu imzayı atmayacaktın, Hocam! Ordu'da son yılların en büyük kıyımı Türkiye'yi ayağa kaldırdı!” manşeti ile çıkmıştır. Açıktır ki, burada Hizmet’in siyaset kurumunu yalnız bırakması gibi bir durum olmadığı gibi belki de ileride araştırmacılar tam tersi bir durumun söz konusu olduğunu dile getireceklerdir. Sayın Gülen’in 28 Şubat kararlarının imzalanmasından bir buçuk ay sonra hükümete “çekilin” çağrısı yapmasının değeri ancak AK Parti hükümetinin 27 Nisan 2007 muhtırasına meydan okuyup erken seçim kararı alması ve sonrasındaki gelişmelerle ancak anlaşılabilinecektir.
Özetle, Sayın Gülen’in dahli olmadığı ve hiçbir ciddi etkisinin de bulunmadığı; tersine açık hedef olduğu darbe süreçlerindeki tavrı, ülkenin göreceği zararı en aza indirmek için müspet hareket ve aktif sabır anlayışı doğrultusunda itidal, temkin ve dikkat ile hareket etmek şeklinde anlaşılmalıdır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.