Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan Yapılan Skandal Açıklamaya Cevap
Mavi Marmara Davaları Hakkında Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın Tutum ve Açıklamasına Cevabımızdır:
Mavi Marmara davaları ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına düşen görevler ile ilgili çeşitli yorumlar, beyanlar ve yazılar medyada yer bulmuştur. Son olarak Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın davalardaki sorumlulukları ile ilgili eleştirilere cevap niteliğinde 13.12.2014 tarihinde bir basın açıklaması Bakanlığın web sitesinde yer almıştır. Bu açıklamada geçen ve kamuoyunda oluşan bazı hususların açıklığa kavuşturulması zarureti hâsıl olmuştur. Şöyle ki ;
I- Palmer Paneli Meselesi
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında BM Soruşturma Paneli’ne “elimizdeki tüm ilgili bilgi, belge ve kanıtları içeren ulusal raporumuz sunulmuştur. Bu ulusal raporumuza erişim mümkündür. Nitekim Panel’in eş-başkanlarının yayınladığı nihai raporda da İsrail güçlerinin işlediği suçlar, raporumuz temelinde açıklıkla yer almıştır” denmiştir. Büyük bir şaşkınlıkla belirtmeliyiz ki Dışişleri Bakanlığı’nın “rapor” diyerek bahsettiği Palmer Paneli sonucu hukuken “rapor” hükmünde değildir. Bu soruşturma panelinin ne anlam ifade ettiğini bu vesileyle izah etmekte fayda mülahaza ediyoruz.
Hatırlanacağı üzere BM’de iki ayrı komisyon söz konusudur. Öncelikle BM İnsan Hakları Konseyi’nin oluşturduğu “Vaka İnceleme Komisyonu” esas araştırma komisyonudur ve bu komisyonun çalışmalarını engellemek için İsrail her türlü yolu denemiş, başaramayınca da Konsey üyeliğinden çekilmiştir. Hal böyleyken, BM “Vaka İnceleme Komisyonu”nun çalışmalarıyla oluşan Türkiye’nin kazanımının ve İsrail’in kaybının önüne geçmek için “Palmer Paneli” olarak da anılan tuzak kurulmuş ve desteklenmiştir. Mavi Marmara’yı destekleyen sivil siyasi görüşteki herkes, “Palmer Paneli’nin bir tuzak olduğunu ve İsrail oyunu olduğunu” beyan etmiş, hatta dünyanın dört bir yanından 150 hukukçunun imzasını taşıyan mektuplar BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a ulaştırılarak, “bu Panel’in, İsrail’in hukuk mercilerinde kendini kurtarma çabası olarak görüldüğü için tanınmayacağı” beyan edilmiştir.
Türkiye’yi haklı gören Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti tarafından Mavi Marmara Vakasına ilişkin hazırlanan rapor ise, İsrail’in suçlarının tespiti ve sorumluluğunun ağırlığının tespiti açısından son derece değerli, tarafsız ve saygın bir rapordur. Bu rapor BM İnsan Hakları Konseyinde 17 Haziran 2011 tarihli takibi ve gereği için yapılan oylamada 36 Kabul, 1 Red, 8 Çekimser oyla kabul edilmiştir. Böylelikle BM Genel Kuruluna götürülmesi için İnsan Hakları Konseyi süreci tamamlanmıştır.BM nezdinde kabul gören tek, geçerli ve bağlayıcı rapor İnsan Hakları Konseyi’nin bu raporudur. Türkiye’nin ve mağdurların lehine olan bu raporun BM nezdinde İsrail’e karşı yaptırım uygulama aracı olarak kullanılabilmesi mümkünken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dış İşleri Bakanlığı, Brüksel’de 30.06.2010 tarihinde İsrail ile aynı masaya oturmuş, gizli yapılan bu görüşmeye katılarak, burada vermiş olduğu kararla Palmer Paneli’nin kurulmasına maalesef onay vermiştir.
İsrail’ in hukuki sorumluluktan kurtulmak için oluşturduğu bir tezgâh olan Palmer Paneli, Mavi Marmara için yürütülen hukuk mücadelesine ve Türkiye Devletinin itibarına ağır bir zarar vermiştir. Tarafgir, planlı ve siyasi bir oluşumla başlatılan ve neticede rapor haline bile dönüşmeyen Palmer Paneli’nin sözde raporu, bütün bu özelliklerine rağmen Türkiye’nin devlet olarak bu panele taraf olması nedeniyle uluslararası kamuoyunda İsrail tarafından Türkiye aleyhine kullanılmıştır.
2 Ağustos 2010 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri “31 Mayıs tarihli filo vakasını Soruşturma Panelinin kuruluşunu” duyurmuştur. Genel Sekreter, Panelin hangi belirli alanda soruşturma yapacağını belirtmeksizin, panelin “Güvenlik Konseyinin Başkanlık Beyanına dayanarak yetkisini kullanacağını” umut ettiğini ifade etmiştir. Soruşturma Paneline, gelecekte benzer olaylar olmasını önlemek için çözümler tavsiye etmesi düşüncesi ile ulusal soruşturma raporlarını alma ve inceleme yetkisi verilmiştir.
Herkesin bildiği gibi, Genel Sekreter tarafından atanan Panelin görevi ve nihai amacı “Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkileri ve bunun yanı sıra Ortadoğu’daki genel durumu olumlu anlamda etkilemek” olup BM İnsan Hakları Konseyi raporundan çok farklı ve tamamıyla siyasidir.
Panel 10 Ağustos 2010'da çalışmalarına başlamış, panel üyeleri 2-3 Eylül 2010’da Newyork'ta ikinci kez toplanmış ve 15 Eylül’de ilk ilerleme raporunu Genel Sekretere sunmuştur. Türkiye, soruşturma komisyonuna kendi raporunu 1 Eylül 2010 tarihinde sunmuştur.
İsrail yanlısı bir ağırlıkla kurulan Panel, Yeni Zelanda'nın eski başbakanı Geoffrey PALMER'ın başkanlığında, başkan yardımcılığını Kolombiya'nın eski Devlet Başkanı Alvaro URIBE'nin yaptığı, İsrail'den Joseph CIECHANOVE ve Türkiye'den emekli büyükelçi Özdem SANBERK'in yer aldığı dört (4) üyeden oluşmuştur. Komisyonun sonuçlanması, yani raporunu yayınlaması için, komisyona üye olan dört (4) uzmanın da raporu konsensüs, yani oybirliği olarak oylaması gerekir. Oybirliği sağlanamadığında rapor hiçbir zaman resmi hale gelmez ve hukuken geçersizdir. Bu anlamda Palmer Raporu komisyon tarafından hazırlanmış olmasına rağmen Türkiye tarafından kabul edilmediği için hiçbir Hukuki geçerliliği yoktur, yani YOKLUK hükmündedir. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2.9.2011 tarihinde yapmış olduğu açıklamada Palmer Paneli sonucu hakkında "Rapor, açıkçası bizim için yok hükmündedir" demiştir. Açıklama ile ilgili detaya Cumhurbaşkanlığı resmi sitesinden ulaşılabilir.
//www.tccb.gov.tr/haberler/170/80616/cumhurbaskani-gul-palmer-komisyonunun-mavi-marmara-raporunu-degerlendirdi-bizim-icin-yok-hukmundedir.html
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın basın açıklamasına bakıldığında görülmektedir ki; İsrail Palmer Paneli’ni hukuki korunma aracı ve algı yönetimi aracı olarak kullanmakta çok başarılı olmuş, hatta Türkiye’yi bile etkilemeyi başarmıştır. BM nezdinde bile karşılığı olmayan, Türkiye Cumhurbaşkanlığı’nın, o dönemki Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımızın “yok” saydığı Palmer Paneli sözde raporu, skandal bir şekilde, aradan geçen 3 yıl sonunda, Dışişleri Bakanlığının web sitesinde, resmi bir rapormuş gibi kabul görmüştür. Bu durumun hukuken de, siyaseten de izahı mümkün değildir. Medyada da çıkan ve tartışma konusu olan “İsrail’in Türkiye Dışişlerinde Truva atları var” haberlerinin haklılığı bu açıklama ile kendini göstermektedir.
Türkiye Palmer Paneli raporuna, başından beri uyardığımız olumsuz sonuca ulaşıldığında imza koymamıştır ancak, bu geç kalmış tepkiye rağmen Dışişleri Diplomatlarının Palmer Paneli’ne katılmış olması nedeniyle İsrail’in kurduğu bu tuzağın sonuçlarından uluslararası alanda Mavi Marmara mağdurlarının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin pozisyonunu korumayı başaramamıştır.
II- UCM’ye Bilgi Belge Gönderilmemesi Meselesi
Komorlar Devleti’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurusunun ardından başlayan soruşturma sürecinde, Türkiyeli mağdurlar ile beraber 37 ülkeden mağdurlar da haklarını bu mahkemede aradılar. Gemilerde işlenen insanlığa karşı suçların cezasının UCM’de verilmesi beklendi.
Mahkemeyi kuran Roma Statüsünün 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte 16.11.2014 tarihi itibariyle 122 devlet bu mahkemeye üyedir. Türkiye ise ABD, Çin, Rusya Federasyonu ve Hindistan gibi Mahkeme’ye üye değildir. Türkiye’nin UCM ile ilişkileri konusu UCM savcısının Mavi Marmara vakasıyla ilgili verdiği takipsizlik kararıyla birlikte tekrar gündeme gelmiştir. Zira savcının hazırladığı raporda “Türkiye ve İsrail’den vakaya ilişkin bilgi ve belge istendiği ve bu talebin cevapsız bırakıldığı” ifade edilmiştir.
Savcının talebine rağmen Türkiye’nin cevap vermemesi gerekçesinin ipuçları, Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında kendini göstermektedir. Bakanlık açıklamasında iki husus öne çıkmaktadır;
1) UCM’ye verilecek böyle bir cevap, Türkiye’nin “UCM’nin tanıdığı” anlamına gelecektir.
2) Türkiye ile İsrail arasında yürütülmekte olan “Mavi Marmara vakası mağdurlarının tazminat talepleri ve Türkiye’nin Gazze’ye yönelik siyasi talepleri” hususundaki müzakereleri sekteye uğratacağı ihtimali vardır.
Maalesef Dışişleri Diplomatları, UCM’ye taraf olabilmek için Roma Statüsünün imzalanması ve onaylanması işlemlerini gerektirdiğinden bîhaberdir. İmza ve onay şartını yerine getirmeyen bir devlet, başka bir işlem veya eylemiyle mahkemeye üye olmuş sayılmaz (Roma Statüsü m. 125-126)
Türkiye, Roma Statüsünü imzalayan devletlerden olmadığından, UCM Savcısına Mavi Marmara mağdurlarının iddiasını güçlendirici bilgi ve belge göndermesi, tek başına UCM’nin tanınması sonucunu doğurmayacaktır. Şayet Türkiye, UCM’ye bilgi ve belge göndermiş olsaydı, bu durum mahkeme tarafından “üye olmayan devletlerle işbirliği”ni düzenleyen Roma Statüsü’nün m.87/f.5 hükmü çerçevesinde değerlendirilirdi. Diğer üye olmayan devletlerin UCM ile olan münasebetlerine bakıldığında, bu devletlerin mahkemeye üye olmadan onunla işbirliğine gidebildikleri müşahede edilmektedir. ABD, BM Güvenlik Konsey’inde, Sudan hakkındaki başvuruyu reddetmeyerek böyle bir tutumun örneğini sergilemiştir.
Öte yandan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde, Dışişleri Diplomatlarının Palmer Paneli’ne sunduğu ulusal rapordaki verileri gerekçe göstermesini anlamış değiliz. Zira Dışişleri Diplomatlarının Palmer Paneli’ne sunmuş olduğu veriler, sadece İsrail lehine olan boyutuyla UCM raporunda yer bulmuştur. Dışişleri Diplomatlarının Türkiye adına sunduğu ulusal rapor, Mavi Marmara’daki Türkiye vatandaşlarının mağduriyetinin boyutunu izah ve ispat edebilecek yeterlilikte değildir.
UCM Savcısının “GRAVITY” (suçun ağırlık derecesi) gerekçesiyle davayı UCM’de görülemez görmesi, Dışişleri Diplomatlarının sunacağı bilgi ve belgeler ışığında, Türkiye vatandaşlarının sayısal olarak da, İsrail’in işlediği suçların niteliğince de, bu davaya bakmakta “GRAVITY”nin olduğunu gösterecekti.
Dışişleri Diplomatları UCM’deki davaya, tamamen Türkiye aleyhine çalışan Palmer Paneli’ne verdikleri önem kadar önem verselerdi, sadece filoda bulunan 700 insanın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Filistin halkının ve milyonlarca kişinin de hukukunu savunmuş olacaklardı.
Görülüyor ki Dışişleri Diplomatları, UCM’deki dava dosya detayına vakıf olmamakla beraber anlam verilemez bir şekilde UCM’de haklarını aramakta olan Türkiye vatandaşı mağdurları veya avukatlarını bilgilendirmekte bile anlaşılmaz bir şekilde geri durmuştur. Bu kabul edilemez bir tutumdur.
Bir diğer anlaşılmaz menfi durum ise Komorlar Devleti heyetine vize verilmemesi meselesidir. Afrika’da küçücük bir ada devleti olan Komorlar Devleti ise, Mavi Marmara olayında Filistinlilerin, Kudüs’ün ve Mavi Marmara’nın hakkını ve hukukunu gözetmek konusunda çok büyük bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu süreçte Türkiye’ye gelip gitme ve bazı görüşmeler yapma ihtiyaçları olmuştur. Son olarak, tam da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin karar sürecinde, Komorlar Cumhurbaşkanı müsteşarının da olduğu resmi heyete, önce Tanzanya’ya, sonra Keya’ya kadar geldikleri halde, “Türkiye vizesi verilmediği için” geri dönmek zorunda kalmışlardır.
III- İstanbul 7.Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu YAKALAMA kararının Interpol’e Bildirilmemesi Meselesi
31.05.2010 günü Mavi Marmara ve diğer gemilerde işlenen suçların faillerinin cezalandırılması taleplerimizi içeren suç duyuruları, olayın hemen akabinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na ulaştırılmıştır. Başsavcılık makamınca soruşturulması yürütülen dosyamızda, tüm mağdurların ifadelerine başvurulmuştur. Olayın vahameti, büyüklüğü ve mağdur sayısının fazlalığına rağmen dosyadan sorumlu savcının bu dosya ile özel olarak yetkilendirilmesi yönündeki taleplerimiz kabul görmemiş; aksine kendisi Adliyede müracaat savcılığı gibi çok yoğun bir göreve getirilmiştir. Kendisinin Mavi Marmara dosyaları ile özel olarak ilgilenecek bir katip isteği de Adalet Komisyonu tarafından kabul görmemiştir. Ayrıca olayın faillerinin tespiti için yaptığı çalışmalar sonuçsuz bırakılmıştır. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü vasıtasıyla İsrail’e gönderilmesi gereken müzekkereler aylarca bekletilmiş, Savcılık makamına cevapları bildirilmemiştir. Savcılık makamı Milli İstihbarat Teşkilatı’na da müzekkere göndererek faillerin tespitini istemiş; ancak MİT de bu taleplere olumsuz cevap vermiştir.
Kamuoyunda çokça konuşulan ve tespiti çok kolaylıkla gerçekleşebilecek olan Türkiye vatandaşı İsrail Ordusu askerlerinin tespiti konusunda bile en ufak bir ilerlemenin olmaması, izah edilebilir bir şey değildir. Bu sebeplerle soruşturma 2 yıl sürmüştür. Faillerin isimleri de yine mağdurların ve Sivil Toplum Örgütlerinin çalışmaları sayesinde tespit edilebilmiş ve Savcılık dosyasına sunularak davanın açılması sağlanmıştır.
Tüm bu geçirilen süreçlerin ardından 29 Mayıs 2012 tarihinde iddianame hazırlanmış ve başlangıç için, İsrail ordusunun 4 üst düzey komutanının “maruf kimseler olmaları, operasyonu bizzat yönettiklerine dair kuvvetli deliller olması, saldırı emrini vererek bu suçları azmettirdikleri” gerekçesiyle İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ nin 2012/264 E. sayılı dosyası ile dava açılmıştır.
Savcılık makamının soruşturma aşamasında yaşadığı personel eksikliğinden ve dosya fazlalığından kaynaklı problemler, mahkeme sürecinde de yaşanmıştır. Mahkemenin iş yükünün hafifletilmesi, en azından bir süre yeni dosya tevzi edilmemesi yönündeki talepler sonuçsuz kalmıştır. Mahkeme başkanı duruşma gününde seçim görevlisi yapılmış, duruşmaların vekil hâkimler tarafından yürütülmesine neden olunmuştur.
Neticede, davada tebligat işlemlerinin tamamlanmasının ardından 26.05.2014 tarihli duruşmada mahkeme heyeti, sanıklar hakkında TCK ve CMK gereği, tutuklama ve kırmızı bültenle yakalama kararı çıkarmıştır. Mahkeme tarafından her bir sanık için kırmızı bülten formları hazırlanmış ve İnterpol Genel Sekreterliği’ne gönderilmek üzere Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne ulaştırılmıştır. Genel Müdürlük, bu formları derhal İnterpol Genel Sekreterliğine göndermesi gerekirken, mevzuata aykırı şekilde 19.06.2014 tarihinde, “Bakanlık oluru almak üzere” Dışişleri Bakanlığı’na göndermiştir. Bu tarihten bu yana da Dışişleri Bakanlığı’nda formlar bekletilmiş olup geçen uzun süreye rağmen İnterpol Genel Sekreterliği’ne gönderilmemiştir.
Dolayısıyla devletin bağımsız mahkemelerinin vermiş olduğu yakalama kararları, Adalet Bürokrasisinin ve Dışişleri Diplomasisinin mevzuata aykırı inisiyatif kullanımı ile yerine getirilmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını vahşice katleden sanıklar, haklarındaki yakalama kararları işleme konmadığı için serbest bir şekilde tüm dünyada dolaşmaya devam etmektedir.
Ayrıca sanıklar hakkında tutuklama ve kırmızı bültenle yakalama kararı çıkarılmasına hükmeden İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı, Bakırköy Adliyesi’ne düz hâkim olarak atanarak “tenzil-i rutbe” görmüş, bu durum da kamuoyunda “İsrailli komutanlar için verdiği karardan dolayı cezalandırılma” olarak yorumlanmıştır.
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki bu dava, niteliği itibariyle kamu adına Cumhuriyet Savcıları tarafından açılmış bir dava olup, herhangi bir karar verilmedikçe, şikâyetten vazgeçilse dahi derdest kalacak bir davadır. Ancak belli siyasi çevreler tarafından sürekli, “İsrail ve Türkiye Devleti arasındaki tazminat görüşmeleri neticesinde bir sözleşme imzalanacağı ve hükümetin bu sözleşme ile ceza davasını da kapatacağı” ifade edilmekte ve kamuoyu yanlış bilgilendirilmektedir.
Sonuç olarak; başta Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, her ne kadar en üst düzey yetkililer tarafından Türkiye vatandaşları ile bu gemilerde mağdur olan tüm insanların haklarının gözetildiği, bir adalet arayışı olan ve Filistin davasının da bir parçası ve emsali olacak olan Mavi Marmara davalarının sahiplenildiğini bilsek de, süreç içerisinde; bazı devlet yetkililerinin bu davanın önüne sürekli engeller çıkardığı müşahede edilmektedir. Filistin’de zalim İsrail’in bombaları altında evladını şehit veren bir anne ile Mavi Marmara’ da evladını şehit veren bir annenin acısı ortaktır. Mavi Marmara davası; kutlu Filistin davasından bağımsız düşünülemez. Bu bağlamda insanlığın ortak vicdanını temsil eden ve Filistin davasının önemli bir parçası olan Mavi Marmara gemisinin adalet arayışında, şehit ve gazilerimizin aziz hatırasına sahip çıkmak ve hak aramak adına yürütülen mücadeleye engeller çıkaran yetkililerin acilen tespiti ile haklarında idari işlem tesisi kamuoyunun beklentisidir. Türkiye devletinin Mavi Marmara davalarını İsrail ile pazarlık konusu olmaktan çıkarıp, tamamen hukuk alanına bırakması en doğru adımdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devlet olarak yürüteceği en etkili yol, İsrail’in bu vahşice suçlarını, BM Lahey Adalet Divanı’nı önüne biran önce götürmektir. Ayrıca kısa sürede sonuç alınabilecek bir yol olan BM İnsan Hakları Konseyi raporunun BM Genel Kurulu’na taşınması ve gereğinin yapılması yoluna da biran önce gidilmelidir.
Hukukun ve adaletin gereğini yapmak, gemi katılımcıları ve şehit yakınlarının tercih ettiği yoldur. Allah adaletin yolunda yürüyenlerin yardımcısıdır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur
MAVİ MARMARA MAĞDURLARI AVUKATLARI