ORDAF 20 Mart 2014 tarihinde insanlığın başka bir utanç tablosu olarak ortaya çıkan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan katliamları uluslararası bir toplantıda kamuoyuna arz etmiştir. Dünyanın gözü önünde başlayan ve halen devam eden bu katliamlarda ölen masum insanların hesabını kimin vereceği ve bu katliamları kimin durduracağı tartışılmıştır. Bu soruların cevabını aramak maksadı ile sorunun bir kısım mağdurları Türkiye’ye davet edilerek Türk kamuoyu ile buluşturulmuştur.
Afrika, tarih boyunca dünyanın en huzurlu kıtalarından biri iken, Avrupalıların burada kurduğu sömürge sisteminden sonra, açlık, sefalet, yaygın hastalıklar ve ölümler ile anılmaya başlanmıştır. Soğuk savaşın son yıllarda şekil değiştirmesinin ardından Afrika da yeniden nefes alabilmişti. Afrika -bazı askeri darbelere rağmen- özellikle, demokrasiye geçiş ve insan hakları alanında da ciddi mesafeler alma yolundaydı. Son yıllarda sosyo-dini konularda daha şeffaf toplumlar oluşturma girişimleri olumlu sonuçlar verdi. Ekonomide neredeyse yüzde on seviyelerine ulaşan kalkınma hamleleri dünyanın güçlü ve etkin ülkelerinin ilgisini çekmeye başladı.
Ne var ki bu olumlu gidiş, 2010ların başında genel olarak dünyanın girdiği önü alınması zor ekonomik krizlerin ardından bozuldu ve olumsuz gelişmeleri de beraberinde getirdi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini ciddi anlamda kavga, kargaşa ve kardeş kavgalarının içine çeken bu gelişmeler; Sahraaltı Afrika bölgesinde, Fildişi Sahili, Mali, Nijerya, Kenya, Gine Bissau ve Sudan gibi ülkelerde ayakta zor duran toplumsal dengeleri temelinden sarstı.İşte bu halkanın son örneği, belki de en acı ve acımasız örneği Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kendisini göstermiştir. Bugün Orta Afrika Cumhuriyeti’nde, Dünya medyasında sık sık din savaşı olarak nitelenen ancak gerçekte bir din savaşı olmanın aksine bir tarafın diğerine soykırım uyguladığı bir trajedi ile karşı karşıyayız.
2012 yılı sonlarında farklı gurupların birleşmesi ile Seleka adıyla oluşan muhalefet gurubunun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmaktaydı. Özellikle gurubun üst kademesinde yetkili Müslümanların varlığı sebebiyle Seleka İslami bir örgüt gibi bir gösterilse de Hıristiyanların da ciddi anlamda yer aldığı ve desteklediği bir siyasi oluşumdu. Müşterek direniş hareketlerinde başarılı olmuşlar ve kısa zamanda başkent Bangui’de iktidarı ele geçirmişlerdi. Böylece hem koloni sonrası Orta Afrika Cumhuriyeti dışından özellikle Fransızlar tarafından dizayn edilen siyaset bitirilmiş ve sömürgenin sona erip bağımsızlığın kazanılmasından sonra ilk defa Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslüman kökenli biri devlet başkanı olmuştu. Seleka milisleri düzenli ordu içine dahil edilerek örgüt kurumsal olarak feshedilmişti. Fakat hızla büyüyen ve kendisini bu örgütün parçası gösterenlerin kanunsuz hareketleri ile etrafına taşkınlık veren bazı gurupların faaliyetleri önlenememiştir. Onların davranışları ve bazılarının Hıristiyanları hedef alan tavırları medyada çok büyütülerek bütün Seleka’ya mal edilmiştir. Selaka, eli silahlı ve özellikle Hıristiyanları hedef alan katil bir örgüt olarak uluslararası medyada yer almıştır. Geçiş döneminde bu iddiaları doğrulayacak bir takım hareketlerin olması kendilerini Seleka karşıtı olarak tarif eden ve tamamı Hıristiyan olan Anti-Balaka adı verilen yeni bir örgütün kurulmasına sebep olmuştur. Bu örgüt eski yönetimin himayesinde adeta bir vahşet makinesine dönüştü. Ne Afrika barış gücü askerleri ve ne de olayları teskin etmek amacıyla bölgeye yapılan Fransız müdahalesi giderek artan vahşeti durduramadı. Aksine eli silahlı Müslümanlar silahsızlandırılarak adeta katliamlar kolaylaştırıldı ve yeni bir Ruanda ihtimali ortaya çıktı.
Orta Afrika Bölgesi ülkelerinin başlattığı barış çabaları belli bir seviye alırken bir taraftan da adeta ülkede ciddi bir iç savaşın hazırlıkları yapılıyordu. Afrika Birliği olaya müdahale için 5500 asker gönderirken, Fransa da Sangaris adıyla burada bulunan sınırlı askeri birliklerine 1600 asker gönderdi. 5 Aralık 2013 günü başlayan dış müdahalenin ardından Müslümanlara karşı yapılan saldırılar sadece mal, mülk ve ibadethanelerine saldırılarla kalmadı. Küçük, büyük, kadın erkek, genç yaşlı demeden milyonun üzerindeki insanı hedef aldı. Bu gelişmeler 5.5 milyon insandan yaklaşık bir milyonunun evlerini terk etmesine, 250.000’den fazla Çad kökenli Müslümanın da ülkelerine zorluklarla dönmelerine sebep oldu.
Huzurlu bir ülke olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kısa süre içinde gelişen olaylar önü alınmaz bir felakete dönüştü. Özel olarak Çad kökenli olup Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşayanlara, genelde ise bütün Orta Afrikalı Müslümanlara karşı benzerine tarihte rastlanmayan bir vahşet uygulanmaya başlandı.
Bu durum karşısında sessiz kalan Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi büyük uluslararası kuruluşların boşluğunu Fransa tek başına doldurmaya kalktı. Aralık 2013 ayında bölgede konuşlandırdığı 1600 kişilik kuvveti ile Fransa, bölgede kendi menfaatlerini korumanın dışında hiç bir şey yapmamıştır. Ayrıca Müslümanların elindeki silahlar da toplatılarak savunmasız bırakılmışlardır. Ardından Başkent Bangui’de Müslümanlara ait ev ve işyerleri yağmalanmaya, Müslümanlar katledilmeye başlanmıştır. Canlarını kurtarmak üzere kuzeye doğru kaçmaya başlayan insanlar yalnız bırakılmış ve kendi kaderlerine terk edilmiştir.
Kısaca özetlenen bu gelişmeler dünya medyası aracılığı ile bir din savaşı olarak sunulup hafife alınmıştır. Oysa bu bir din savaşından ziyade büyük bir çıkar kavgasıdır. Evet burada birinci derecede hedef alınan insanlar Müslümanlardır. Ancak din savaşının saldırgan tarafı olarak gösterilen bu durumdan Hıristiyanlar da ciddi biçimde etkilenmişlerdir. Bu mesele ne çıkar çevrelerinin bir sorunu ne de Orta Afrika Cumhuriyeti’nin bir iç meselesi olarak değerlendirilemez. Bu sorun bir insanlık sorunudur. Hele hele bu sorunun insanlığa barışı emreden kutsal dinlerin bir savaşı olarak sunulması bütün dinleri töhmet altında bırakmaktadır. Unutulmamalıdır ki, tarihte defalarca acı tecrübeleri yaşanan din savaşlarının çağımızda da hortlatılması çok büyük felaketlere yol açacaktır.
Bu açıdan biz Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) olarak meseleye bir din savaşı olarak değil bir insanlık suçu olarak bakılmasını arzu ediyoruz.
Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) ve Uluslararası Hukukçular Birliği olarak yeni bir Ruanda yaşanmaması için aşağıdaki tedbirlerin acil olarak alınmasını talep etmekteyiz.
1- BM derhal harekete geçmeli ve bölgede güvenliği sağlayacak yeterli bir barış gücü konuşlandırmalıdır. Bu güç sadece belli merkezlerde değil, bütün ülkede görev yapmalıdır. En temel misyonu yurtlarından ve evlerinden çıkarılıp mülteci durumuna düşürülen insanların evlerine dönmesini sağlamak olmalıdır.
2- İslam İşbirliği Teşkilatı bu konu için başlattığı girişimleri hızlandırmalıdır. Atadığı özel temsilci görevini yaparken; üye ülkelerin Dışişleri bakanlarının iştiraki ile derhal bir toplantı yaparak, Orta Afrika’daki Müslümanların geleceği tartışılmalıdır. Üye ülkelerin mali imkanları seferber edilerek, evsiz ve yurtsuz kalmış Müslümanların tekrar yurtlarına dönmeleri sağlanmalıdır.
3- Bölgede acil insani yardıma ihtiyaç vardır. Gerek BM ve gerekse İslam İşbirliği Teşkilatı insani yardım için ilgili kuruluşları daha fazla teşvik etmeli, bu yardımların zamanında ihtiyaç sahiplerine ulaşması imkânlarını sağlamalıdır.
4- Orta Afrika’nın komşuları Çad, Kamerun ve Sudan gibi ülkeler bu sorundan azami ölçüde etkilenmişlerdir. Özellikle Çad ve Kamerun sınırlarına pek çok göçmen yığılmıştır. Tek başlarına bu sorun ile baş edemeyecek bu ülkelere acil destek sunulmalıdır.
5- Bugün bölgede arabuluculuk yapacak kapasiteye sahip yegâne ülke Türkiye’dir. Türkiye Cumhuriyeti başlattığı arabuluculuk faaliyetlerini, tarafları dinleyerek ve iyi gözlemler yaparak mutlaka sürdürmelidir. Afrika Birliği’nin Stratejik Ortağı olan Türkiye bu konuda Afrika Birliği’ne rahatsızlığını resmen bildirmelidir. Bölgede din savaşların yaşanmaması ve barışın sağlanması adına bu konu Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenecek II. Afrika Zirvesi’nde mutlaka gündeme alınmalıdır.
6- Bizler, başta TİKA olmak üzere soruna başından itibaren ilgi gösteren ve yardım götüren İHH ve diğer insani yardım kuruluşlarına teşekkür ediyor, bu faaliyetlerin arttırılmasını diliyoruz.