Çoğumuzun bildiği kıssadan hisse bir hikâye vardır;
Müslüman memleketinde bir Yahudi yaşarmış. Ramazan gelmiş ve Müslümanlar oruç tutmaya başlamış. Yahudi’nin bir de beş-altı yaşlarında oğlu varmış. Bir gün çocuk elinde yiyecekle dışarı çıkar olmuş ve babası durumu görmüş hemen telaşlı bir şekilde oğlunu çağırmış. Oğluna: Oğlum bu ay Müslümanların Ramazan ayı; bu ayda onlar gündüzleri yemek yemezler ve oruç tutarlar. Biz de onlara saygı duyar dışarıda ve yanlarında yemek yemeyiz. Sen de yiyeceğini içerde ye sonra dışarı çık olur mu? demiş. Gün gelip Azrail bu adamın canını alacakken Yüce Allah: Ya Azrail bekle o kulum iman edecek demiş ve adam iman getirip canını öylece teslim etmiş.
Bu hikâyeyi duyalı belki de 35 seneden fazla oldu lakin her zaman hoşuma gider. Yüce Allah’ın gönderdiği değerlere saygı gösterenin nasıl da cömertçe ödüllendirileceğinin kıssadan hisse anlatımı.
Ben bilirim ki anneler oruç tutmaması gereken günlerde bile çocuklarının yanlarında yemek yemezlerdi. Gün içinde orucu mecburi bozulan da iftara kadar bir şey yemezdi. Ramazan harici günlerde de dışarıda yemek yemek edepsizlik, saygısızlık hatta ve hatta günah olarak anlatılırdı çocuklara. Başkaları özenir, nazarı değer, yerlere kırıntı düşer vs. Geldik 2013 İstanbul’una aylardan Ramazan; ancak bırakın gayri Müslimleri, Müslümanlar dahi kendi dinine saygısız. Sokakların halini anlatmama gerek var mı?? Herkesçe malum.
Tüm lokanta, restoran, meyhane, bar, pastane, kahve gibi iş yerlerinin son yıllarda kaldırımlara ve caddelere yayılması akıl alır gibi değil. Allah aşkına soruyorum: Değerli öğretmenlerimiz dışarıda satılan şeyleri almayın diye bizleri uyarmadılar mı? Ne oluyor da şimdilerde her şey dışarıda satılıyor. Bir büyüğümüz; dışarıda yenen yemeğin en küçük zararı, o yemekten şifa bulamamaktır demiş. Yani, o kadar göz, o kadar fakir fukaranın iç çekerek seyrettiği yiyeceği yemeyin manevi zehir olur desek ne dersiniz?
Dünün edepsizlikleri nasıl da olağan hale gelmiş. Bu toplum nereden nereye gelmiş. Böyle söyleyince bazıları daha kaç yaşındasın ki diye sorası geliyor. Yaşımızın doksan olmasına gerek yok; bu değişimlerin çoğu kırk yılın altında hatta bazıları son on-onbeş yıl içinde gerçekleşti.
Buradan asla dışarıda yemek yiyenlere zarar verelim anlamı çıkmaz. Buradan; ‘’ey Müslümanlar dinimizi hakkıyla yaşayalım ki diğer insanlar da bizlere saygı duyabilsin’’ anlamı çıkar.
Kaldırımlar deyince aklıma gelen çok ilginç bir konuya daha değinmek isterim. Çok farklı gibi görünmekle birlikte sosyolojik ve felsefi zeminde birleşiyorlar.
Yollardan insanlara eza veren şeyleri kaldırmak Rasulullah'ın (S.A.V) bir hadisi şeriflerinde bizlere beyan ettiği gibi iman alametidir.!! Şimdilerde insanlara eza veren taşları belediyeler döşüyor. Kaldırımların üstlerine döşenen başkanların zevkine göre değişik şekiller alan taşlardan bahsediyorum. Savunma hazır; biz onları araçlar kaldırıma çıkmasın diye döşüyoruz. Peki ama bu uygulamanızla yayaları cezalandırdığınızın farkında değil misiniz? Hele dar kaldırımlarda yaşanan sıkıntıyı düşündünüz mü?
Geçenlerde 12 yaşındaki oğlum Safer aceleyle bir yere yetişmek için koşarken o taşlardan birine takılıp düştü. Sonuç hastane ve altı dikiş! Yakın zamanda bir arkadaşımın yaşlı babası takılıp düştü. Bir arkadaşımın eczanesinin önündeki taşa takılanın sayısı belli değil. Yalvar yakar belediyeye söktürdük. Ya Hu suçu işleyen araçlar lakin ceza alan yayalar!!! Eğer çözüm bulamıyorsanız bir bilene sorun.
Öncelikle şunu iyi anlayalım ki; her meselenin birçok değişkeni vardır. Bu değişkenlerin tamamı iyice hesap edilmeden uygulama yapılmamalı. Değişkenlerin tamamı da sadece bir meslek dalı tarafından anlaşılamaz ve çözülemez. En sağlamı mühendisin işidir; en estetiği mimarın işidir lakin ihtiyaç ve işlevsellik denklemini çözmek sosyal bilimcilerin işidir. Ortada sadece taş ve beton yoktur çünkü insan vardır. İnsan var ise insan ve toplum bilimciler olmadan olmaz!! Bu anlamda ben bilirimi bırakarak hep birlikte insana en fazla faydayı nasıl sağlayacağımızın yollarını bulalım lütfen.