Feyruz sizi Beyrut'a çağırıyor…

Ruhunuz, kalbiniz Beyrut’ta kalıyor. Defalarca gidilebilecek bir yer, bu hissi orada anlamasanız bile Beyrut’tan uzaklaşınca hemen fark ediyorsunuz.

Feyruz sizi Beyrut'a çağırıyor…

Beyrut seni kalbimle selamlıyorum…

Çok uzun zamandır gitmek istediğimiz şehrin ismi Beyrut. Yıllardır İbrahim Paşalı’dan dinlediğimiz Beyrut masalları kulağımızdan içeri girmiş ve bizi asla terketmemiş. Feyruz’un Beyrut’u… İbrahim Paşalı’nın Beyrut’u… Artık bizim Beyrut’umuz…

Bir tarafı ağlamaklı, duygulu, duygusal, yorgun bir şehir. Bir tarafı kurşunlardan nasibini almış delik deşik devasa binalar, eski ve terkedilmiş oteller. Bir tarafı hala turistik bir şehir. Korniş ve Downtown diye anılan bölgeler. 5 yıl öncesine kadar bu bölgenin tehlikeli olabileceği hissini sadece kurşun yemiş binalardan ve hüzünlü bakışlardan analayabiliyorsunuz o kadar.

Ülkelerarası anlaşma gereği Beyrut’a dolayısıyle Lübnan’a vize almadan sadece  pasaportunuzla gidebiliyorsunuz. Uçakta dağıtılan basit bir formu doldurduktan sonra Beyrut’a rahatlıkla girebiliyorsunuz. Havaaalanı çıkışında hemen şehrin en vefalı esnafı olan taksicilerle arkadaş olabiliyorsunuz. Valizinizi elinizden almak isteyen onlarca taksici ile karşılaşıyorsunuz. Havaalanı Beyrut arası 20-25 dolar civarında pazarlık size kalmış. Şehir içinde yine en vefalı dostlarınız olan taksiciler 10 dolara sizi heryere götürüyorlar. Ülkede Lübnan lirası kullanılmakla birlikte dolar her yerde geçiyor. İsterseniz dolar isterseniz Lübnan lirası ile ödemelerinizi yapabiliyorsunuz. 1 dolar 1500 Lübnan lirasına eşit.

İlk gün otelimize yerleştikten sonra Hamra Caddesi’nden denize doğru yürümeyi tercih ettik ve korniş denen bizim İstanbul sahili veİzmir kordonu andıran bölgeye denizin kenarına ulaştık, uzun bir yürüyüş yaptık. Denizin ve yürüyüşün ardından karnımız acıkınca bir taksiye atlayıp güzel bir yemek istediğimizi söyledik. Taksici arkadaş bizi Kebabji isminde bir lokantaya götürdü. Lokantada menülere bakarken bir Türk garson olsada ne yeneceğini sorsak derken Beşar ile tanıştık. Beşar Gaziantepli genç bir kardeşimiz ve yıllardır Beyrut şehrinde çalışıyormuş. Beşar’ın tavsiyeleri çok işimize yaradı. Humus, Muhammara ve maydanoz, taze soğan, domates üçlüsünün minik minik doğranmasından oluşan, lahana yapraklarına sarılarak  servis edilen  bir salata eşliğinde kebap yedik. Et konusunda Beyrut lokantaları çok başarılılar. Beşar’la sohbet ilerledi ve Beyrut’ta ne yapılır sorusunu sorduk?

Beşar’ın tavsiye ettiği bir taksici arkadaş ile ertesi gün buluştuk, anlaştık ve yollara revan olduk. İlk durağımız Beyrut’a 25 km uzaklıktaki Jeitta Mağarası oldu! Sadece Jeitta Mağarasını görmek için bile Beyrut’a gidilir! Mağara demeye bin şahit lazım sanki büyük bir vadi. Yumurtaya can veren Allah taşlara öyle şekiller vermiş ki gördükleriniz karşısında şükürleriniz artıyor. Dikitler, sarkıtlar, yumrular taşların yani dağın altındaki oluşumun şekilleri inanılmazdı.

Eriyen karlar olmasa Jeitta’nın altından botla bir seyahat gerçekleştirecektik ama suyun yükselmesi bize izin vermedi. Jeitta’dan sonra şoför arkadaşımız Ahmet bizi Jounieh’den Harissa’ya çıkılan teleferiğin başlangıç noktasına götürdü. Harissa Beyrut şehrinin yaslandığı bir köy. Teleferikle ilk etabı çıkıyorsunuz ardından en tepeye yani 650 mt’ye ulaşmak için garip bir araca daha binmek zorunda kalıyorsunuz! Artık Beyrut ve Akdeniz’e tepeden bakabilirsiniz! Burada en yüksekte bir Meryem Ana heykeli sizi karşılıyor. Bu heykele oralarda  Our Lady of Lebanon ya da Notre Dame du Liban deniyor.

Bir inanca göre buraya gelen Hristiyanlar hacı oluyorlar. Heykel’in tabanında küçük bir şapel var. Etrafında ise Bizans stili Rum Katolik kilisesi var. Manzara’yı izleyip Lübnan ve Beyrut’a tepeden baktıktan sonra aynı teleferikle aşağıya iniyorsunuz. Ahmet kardeş bizi bekliyor ve Byblos’a (Cübeyl’e) doğru hareket ediyoruz. Byblos 8000 yıllık tarihi olan, Fenikelilerin alfabeyi buldukları şehir. Antik dönem kalıntıları çok ilginizi çekebilir. Byblos antik dönemin en önemli limanlarından birisi. Tunç Çağı’na ait bir tapınak, Roma Yolu, Haçlı Kilisesi, Sultan Abdülmecid Camii görülecek yerler arasında. Byblos (Cübeyl) den sonra ver elini Beyrut… Sırada Beyrut’un sembolü Rawshe kayaları var. Müthiş bir görüntü, bir doğa harikası daha… İkinci günümüzü yine güzel lezzetlerin eşliğinde Eşrefiye Mahallesi, Monot Caddesi üzerindeki Abel Wahab lokantasında noktalıyoruz…

Son günümüzde Beyrut’un bir zamanlar, aslında halen en lüks semti olan Downtown bölgesine gitmeye kararlıyız ama buraya gitmemiz çok kolay olmuyor. Hamra Caddesindeki otelimizden çıktıktan sonra yürüyerek gidelim diyoruz ama yoğun bir yağmura tutuluyoruz. Otostop yapmak zorunda kalıyoruz! Beyrut’lu bir kardeşimiz bizi Downtown’a arabasıyla bırakıyor. Beyrut’lular bu bölgeye “Nejmeh” diyorlar.  Downtown çok büyük bir bölge, aklınıza gelen bütün büyük dünya markalarının mağazaları, kaferteryalar, lokantalar ve nargileciler burada. Meydanda büyük bir saat kulesi var, kuleye çıkan 5-6 sokak var, binalar kum rengi, hemen yanında mavi kubbesi ile Muhammed El-Emin Camii yer alıyor. Önünde büyük bir kilise var. Uzaktan bakıldığında kilise ve camii aynı avludaymış gibi bir görüntü veriyor.  Downtown bölgesindeki Ömer Camii’de görülmeye değer. Muhteşem bir mimarisi var.

Beyrut aslında bir iki günde gezilecek ve bitirilecek bir yer değil. Gerçekten hayran kalıyorsunuz ve ruhunuz, kalbiniz Beyrut’ta kalıyor. Defalarca gidilebilecek bir yer, bu hissi orada anlamasanız bile Beyrut’tan uzaklaşınca hemen fark ediyorsunuz.

Dar sokaklar ve Feyruz sizi Beyrut’a çağırıyor…

Münir Üstün

[email protected]

Haber Kaynağı : Haber7.com

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209