Aysel Yaşa'nın röportajı
Cennet Kadınlarının Sultanları serisinde bize yol gösteren 'annelerimizi' anlatan Sibel Eraslan, Canfeda Hz. Fatıma kitabında yeniden asrı saadete götürüyor bizi, babasının annesi, şair kızı Fatıma'ya yakından bakmamızı sağlıyor. Her cümlede, her kelimede Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Fatıma'nın himmeti var sanki. Eraslan, yine bu kitabıyla yüreğinden geçen ve yüreğimize değen birçok cümleyi bırakıyor kıyılarımıza.'yı bitirdiğinizde 'İyi ki Sibel Eraslan var, iyi ki bu kitabı yazmış' diyorsunuz. Eraslan'la Beytü'l Ahzan'ı, Hz. Fatıma'yı ve kitabın yazım sürecini konuştuk.
Can Parçası Hz. Fatıma kitabı Cennet Kadınlarının Sultanı dörtlemesinde vardı. Şimdiyse Canfeda Hz. Fatıma kitabını yazdınız. İlk olarak bu iki kitabın birbirinden farkı nedir?
Can Parçası 2006'da kaleme aldığım biyografik bir çalışmadır. Cennet Kadınlarının Sultanları dörtlemesindeki özneler olarak Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz. Fatıma'yı ise edebiyat uzamında kaleme aldım. Biyografik, akademik çalışmaları elbette önemsiyorum. Ama bahsettiğiniz dörtlemedeki tarzı, edebiyat ve hikâye dili üzerinden tercih ettim. Son kitabım Canfeda Hz. Fatıma'daki tahkiye dili, kişisel edebi serüvenimde önemli bir zemin. Yaslandığı kadim söz geleneğini, modern anlamda yazıya heba etmeyen ama her halükarda yazım olan bir zeminden söz ediyorum. Can Parçası, ansiklopedikti. Sanırım geçen süreçte moderniteyle ilgili yüksek gerilimli ilişkimden vazgeçtim. Çünkü yüksek gerilimli ve muhalif görünümlü olsa da moderniteyle hesaplaşmaya kalkan dil, neticede paradigamaya dahil oluyor. Bu komplekse gerek yok. Neticede Shakespeare'in değil, Fuzuli'nin evladı olarak onun dilini konuşuyoruz. Canfeda; Fuzuli'nin, Attar'ın, Galib'in, Hasan Aycın'ın sofrasında açılmış bir iftardır benim için... Dil orucumu bu kitapla açtım diyebilirim, onuncu kitapta...
Hz. Fatıma'yı yazmaya başladığınızda yazılmış diğer kitapların deneyimleri kaleminize yansıdı mı?
Tabii ki. Zaten aralarında garip bir tasarruf, halen süren bir ilişki olduğunu sezdim hep. Hz. Meryem'le başladı yürüyüşüm, sonra o beni Hz. Hatice'nin kapısına getirdi. Hz. Hatice'nin himmetiyle vardım Hz. Asiye'nin dünyasına. Sonra o ellerimden tutup, Canfeda Hz. Fatıma'ya bitiştirdi. On iki yıllık bir süreç. 2000'den beri aralarında geziniyorum, bir çocuk gibi. Onlar, insanlığın anneleri... Tarihin ve zamanın yıldızları...
Cennet kadınlarını anlatırken de siz hep insani pencereden baktınız. Yani didaktik bir dil yerine muhayyelimizde farklı portreler oluşmasına vesile oldunuz. Peki, yazarken sizin hayalinizde nasıl portreler, suretler vardı?
Suret değil ama renkler var diyebilirim belki, hatta ışık... Onlar hiç bir çepere gelmeyecek, zaptedilemez nebulalar gibidir. Ateşe atlamasaydı şayet, belki son pervane anlatabilirdi size suretlerini, ne ki yanmış bitmiş kül olmuştur, hakiki aşkın muradı da budur zaten. Bizse işin dedikodusundayız.
Halkın 'babasının annesi' dediği Hz. Fatıma'yı anlatabileceğimiz birçok yönü var. Siz kitapta cesaretine, anaçlığına, hüznüne değiniyorsunuz. Araştırmalarınız sonucunda Hz. Fatıma'nın baskın gelen yönleri nelerdi?
Yüksek zekâ, irade, basiret, onur, alçakgönüllülük, fedakarlık, cesaret, azim, tahammül, gayret, direnç, tevekkül, rıza; onun resminin renklerinden.
Fatıma, Resulullah'ın şair kızı. Şiirlerde ne arıyordu?
Şiir, o dönemin Mekke'sinde en üstün sanat hatta kariyer algısını söz üzerinden dizayn etmiş bir toplum. Sadece Kureyş değil, tüm çöl halkları için söz, hem onur hem ahit. Bunu Kuran-ı Kerim'in yüksek belagatinde, insan üstü olduğu gayet aşikâr dilinde de bulabilirsiniz. Şayet benzetilebilseydi, Kuran'ın yeryüzünde benzetilebileceği sanat, şiir olabilirdi, nitekim bunu Şuara Suresi'nde şair ve şiir yergisi üzerinden de okuyabilirsiniz. Nitekim, Hz.Peygamber için putperestlerin icat ettiği en incitici buluş; "şair" lakabıydı. Bu, diğer peygamberlere yapılmamış bir atıftır. Hz. Fatıma, yedi askı şiirlerinin Kabe'ye asıldığı bir zeminde büyümüştür. Şiir, onun yaşadığı dönemde savaş çıkartıp, barış imzalatacak bir güce sahipti. Bu şartlar altında onun günlük sözleri bile, şiirden başka ne olabilirdi ki?
Sorumluluğu büyük bir şey bu, hayat hikâyesini yazmak ve aktarmak. Merak ediyorum yazım sürecinde neler yaşadınız?
Mesafe veya "nikab" yani peçeler diyebilirim. Ya da "rida", örtü, perde diyelim Hz. Arabi'den himmetle; dört kitapta da en ciddi sorunumdu. Sıradağlar gibi kuşatıyor adap, hürmet bilinci bu bağlamda yazarı. En çok zorlandığım kitap, Çöl/ Deniz Hz. Hatice'ydi, çünkü onun hayatı aslında bir nevi Hz. Peygamber'in (sav) Mekke dönemi siyeridir. Canfeda Hz.Fatıma'da ise geleneğin açtığı daha temkinli bir yoldu yürüdüğüm, çok katmanlı tahkiye, mesafe ve peçe konusunda olumlu imkânlar bahşediyor... Bedeni anlamda evet bitab düşüyor insan... Annemin duaları olmasa tamamlayamazdım sanırım, Allah dostları sığınağımdı, bazen gece yarısı telefon açar, dua isterdim istiğrak halinde. Eşyanın dilini yavaş yavaş hisseder oluyorsunuz, bunları konuşmak bile mahcup edici aslında, mahrem şeyler...
Peygamber'in yürek okulunda yetişmiş Hz. Fatıma'nın yüreğinden geçenleri aktarmak zor olmalı. Siz o yürek okulundan aks edenleri nasıl hissettiniz ve nasıl tarif ettiniz?
Rivayetler üzerinden, tefsir ve hadis külliyatlarından, menkıbelere, tarihlere kadar. Kırk mesel üzerinden anlatıldı Canfeda Hz.Fatıma...
'İlkbahar gibi açardı kapıları babasına' Fatıma cümlesinde özdeşleşmiş iki ruhu görüyoruz. Efendimiz'le (sav) Hz. Fatıma'nın arasındaki bağa dair başka neler söyleyebiliriz?
"Kuran kalplerin ilkbaharıdır", bu nasihati ne yazık ki çok geç kalarak ancak bu kış öğrendim Erzurum Medreselerinde vazife yapan bir müderriseden, o da Ravza'da birlikte itikafa girdikleri müderriselerden öğrenmiş. Baba-kız, birbirlerinin ilkbaharıydı onlar, Kuranla mukabele ederlerdi birbirlerine... Hz. Aişe'nin dediğine göre; dünyada ahlaken ve sima olarak Hz. Resulullah'a (sav) en ziyadesiyle benzeyen kişi imiş Hz. Fatıma... Allah şefaatlerine nail eylesin...
Beytü'l Ahzan'dan bahsediyorsunuz, hüzünler evinden. Hz. Fatıma'yı orada anlatırken hüznünden, yaşlarından bahsediyorsunuz. Hüzünler evi Hz. Fatıma için neye tekabül ediyordu, o ev O'na neler katıyordu?
O hüzünler evi, dünyadır Fatıma'ya. Dertler yurdudur. Ayrılık belasının çattığı vadilerdir. "Beni candan usandırdı, cefadan yar usanmaz mı" diye inliyor ya Fuzuli... Onun gibi... Bu dili Hz. Fatıma'dan öğrenmişti Fuzuli ve onu Şeyhüş Şüera eyleyen de bu sırrıydı...
Anlattığınız hikâyelerle ve o hikâyelerin kahramanları kadınlarla nerelerde kesişiyor yollarınız? Ve Hz. Fatıma ile nerede kesişti, size ne öğretti?
Dünyanın hallerini, vefasızlığa rağmen vefayı, büyüğü ve küçüğüyle cihadı, cömertliği, sevdiğinden vermeyi, paylaşmayı, dayanışmayı, elbette cesur ve onurlu olmayı...
Hz. Fatıma'nın hayatında iki önemli erkek var. Biri Hz. Muhammed (sav) diğeri Hz. Ali. Kitapta da geçen bir diyalog var. Allah Rasulü (sav), Hz. Ali'ye soruyor: 'Bir kalbe dört sevgi birden nasıl sığacak'. Bu sorudan yola çıkarsak iki büyük sevgi Hz. Fatıma'nın yüreğine nasıl sığmıştır?
Fatiha Suresi için Kuran-ı Kerim'in kalbidir buyurur arifler, Fatiha'nın sırrı Besmele'de, Besmelenin sırrı, ba harfinde, ba'nın sırrıysa altındaki noktadadır buyurmuşlar. Hz.Fatıma ise, "Ba" harfinin mürekkebidir... Sırdan mürekkeb...
Sevmekle kalbin daralmayacağı, tam tersine bereketle genişleyeceğini anlatan menkıbeyi de aktarıyorsunuz. Aslında günümüzde ihtiyaç duyduğumuz en büyük şeye sevgiye o günden bir vurgu var. Kitapta özellikle günümüze dair üzerinde düşünülmesi ve belki de ders alınması gereken menkıbelere yaklaşımınızın nedeni bugünkü ihtiyaçlarımız mı?
Bir ihtiyaçlar kitabı değil Canfeda Hz. Fatıma, misyon telaşesi veya tarihsel savunma refleksi taşımıyor. Fatıma her devrin Fatıması'dır, her devre söyleyeceği söz vardır, zemzem gibidir. Hangi niyetle içerseniz, o niyetinizle karşılaşırsınız...
(Yeni Şafak Kitap)
Haber Kaynağı : Haber7.com