Uzun süredir yazmak istediğim ama bugün karar verdiğim bir konuyu siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
Her gün toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. İstanbul’da bir yerden bir yere gidip gelirken otobüste, tramvayda, metroda zaman zaman vapurda insanlarla selamlaşıyor muhabbetler ediyorum. Sokağa çıkan her insan; insanlarla yüz yüze, göz göze geliyor kaçınılmaz olarak.
Eskiden bu kadar cimri, bu kadar duyarsız, bu kadar sessiz değildi insanlar. Güler yüzlerini ikram eder, selamları ile gönül alır, muhabbetleriyle neşe saçarlardı. Allah’ın bana lütfedip bağışladığı sayısız nimet ve rızıkların yanında en önemli niğmetleirnden birisi de selamı sevmek ve selamı yaymak arzusu ve iştiyakıdır Elhamdülillah. Bunu her geçen gün biraz daha hissediyor ve biraz daha yaşıyorum sanki.
Eskiden bu kadar cimri, bu kadar duyarsız, bu kadar sessiz değildi insanlar. Güler yüzlerini ikram eder, selamları ile gönül alır, muhabbetleriyle neşe saçarlardı. Allah’ın bana lütfedip bağışladığı sayısız nimet ve rızıkların yanında en önemli niğmetleirnden birisi de selamı sevmek ve selamı yaymak arzusu ve iştiyakıdır Elhamdülillah. Bunu her geçen gün biraz daha hissediyor ve biraz daha yaşıyorum sanki.
Aksaray'dan Otogar istikametine giden metroda akşamın geç saatlerinde yolculuk yapıytık. İki bayın oturduğu koltukların karşısında boş olan yerde bir bayan yalnız olarak oturuyordu. Ben de boş olan yere yani bayanın yanına oturdum. Tabi önce selam verdim iyi yolculuklar diledim. Şaşkın bakışlarla ve ürkek sesle selamımı alan beyle muhabbete başladık yavaş yavaş. Başını kaldırıp şu insanlara bir bakar mısın dedim. Ne var dedi? Baksanız ya onlarca insan var hiç birisinin yüzü gülüyor mu? Herkes, herkesten tedirgin, güvensiz bir ortam içerisinde yolculuk yapıyoruz dedim. Doğru dedi! Sonra muhabbet ilerledi konu konuyu açtı. Ve kendisine dedim ki; asık surat insan da yüktür, tebessüm bedene hafifliktir, sadakadır, gönül almadır. Ne olur insanlar bu yükten kurtulsa, biraz gülümsese karşısındakine selam verse ne kaybeder ki deyince...
Sessizce bizi dinleyen bayan lafa katılarak, biraz da mütebessim bir çehre ile; ne güzel söylüyorsunuz, hak veriyorum size ama; insanları midelerinden bağladılar, hayatın acımasızlığı da insanların omuzlarına çökünce maalesef hayatın zorlukları karşısında insanlar sıkıntılı, bir o kadar da bencil davranmak zorunda kalıyorlar dedi. Evet, haklısınız dedim. Kimsi, hastaneden, kimsi işten, kimisi nöbetten, her biri başka bir işten geliyor, hatta yorgunda olabilirler. Ben, gündüzleri de insanları görüyorum, öğle vakti de. İnsanlar, insanlara selam vermeye çekinir durumdalar. Bu bencillik neden acaba? Bizi, bu hale koyan nedir acaba diye irdelemeye, düşünmeye başladığımda karşıma çıkan en büyük sebep gelecek kaygısı ve dünya hırsı olarak çıkıyor dedim. Herkes, bir ağızdan maalesef dedi.
Allah Celle Celaluhu Enfal Süresi 28. Ayet i Kerimesinde ne güzel tarif ediyordu bu durumu aslında: “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer fitnedir. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.”
Yani burada bizleri bu durumlara sokan; selamlaşmaktan alıkoyan, güler yüzlü davranmaktan imtina ettiren, huzurlu bir toplum olarak hayatımızı idame ettirmememize en büyük engel; gelecek kaygısı, dünya malı ve çoluk çocuk sevgisidir diye düşünüyorum…
Mevla’m cümlemizi bu tür hastalıklardan temizlesin ve muhafaza eylesin inşallah. (Amin)
Bu duyguları büyük fıkıh âlimi Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin yaşamış olduğu bir kıssa ile paylaşmak istiyorum;
İmam-ı Azam ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
- Ya imam, gemin battı!... (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)
İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra
- Elhamdülillah dedi.
- Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
- Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.
İmam bu yeni habere de:
- Elhamdülillah, diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü:
- Ya imam, gemin battı diye haber getirdik "Elhamdülillah" dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamd etme böyle?
İmam-ı Azam kendisine yakışır bir davranış bu durumu şöyle izah eder;
- Sen, gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah'a hamd ettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah'a şükrettim.
Buradan öncelikle kendi nefsimize, sonra da bugünkü şehri eminlere, yönetme, yürütme ve sorumluluk makamında olan herkese bir hadisi şerifi hatırlatarak yazıma son vermek istiyorum.
"Dünya malından ayrılınca üzülmek, buna kavuşunca sevinmek ve azgınlık yapmak, insanı Cehenneme götürür.) [Tirmizi]"
Mevla’m rızasına uygun yaşayabilmeyi, huzur içerisinde selamı ve tebessümü esirgemeyen bir topluluk haline gelmeyi nasip eylesin.
Kalın selametle
çok güzel ve doğru tetkik ve tespitler...tebrik ederim...