Batılı devletlerde yaşanan ayrımcılık sorunu giderek derinleşmekte, bu ayrımcılık 11 Eylül sonrasında sürdürülen politikalar sebebiyle özellikle Müslümanları olumsuz etkilemektedir. Avrupa’da yabancı kökenlilere karşı her yıl binlerce şiddet eylemi gerçekleştirilmekte, özellikle Müslümanlara ait ev, işyeri ve araçlar kundaklanmakta, insanları sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Öte yandan eğitimden ticarete, siyasal temsilden bürokrasiye, kültürel hayattan gündelik yaşamın en küçük ayrıntılarına kadar hemen her alanda sistematik bir ayrımcılık yaşanmaktadır. Geçtiğimiz yıl Almanya, Belçika ve Hollanda’daki Gençlik Daireleri’nin uygulamaları Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti nezdinde de kamuoyunun gündemine taşınmış, basit gerekçelerle ailelerinden alınan binlerce yabancı kökenli çocuğun kendi inanç ve kültür değerlerini taşımayan ailelere verilmesi hususunda girişimlerde bulunulmuştur.
Ekoloji alanında çokuluslu şirketler ve gelişmiş devletlerin politikaları, telafisi mümkün olmayan çevre felaketlerine ve canlı türlerinin yok olmasına yol açmaktadır. GDO’lu ürünlerin gıda pazarındaki payı her geçen yıl artarken, bu ürünlerin insan sağlığı ve tarımcılık faaliyetleri açısından hayati riskler taşıdığı bilimsel araştırmalarla ortaya konmaktadır. Dünyada her yıl yaklaşık 50 milyon hayvan kozmetik, eğlence, giyim gibi sektörlerin çıkarları için acımasızca katledilmekte ve ne yazık ki bu katliamların büyük kısmı, hayvan hakları söylemini bir politika olarak benimseyen Batılı devletlere bağlı küresel şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir.
Sağlık alanında başta ilaç endüstrisi olmak üzere insan ve toplum sağlığını tehdit eden pek çok uygulama gerçekleşmiştir. %95’ine küresel şirketlerin hükmettiği ve karlılık oranı diğer sektörlere göre 4 kat fazla olan ilaç sektörü, çeşitli yöntemlerle hekim ve eczacıları hastalara daha fazla ilaç verme konusunda baskı altına almaktadır. Bu durum, insan sağlığı açısından kalıcı zararlar doğururken, çevrenin ve su kaynaklarının kirlenmesine sebep olmaktadır. Küçük rahatsızlıklarda dahi hastalara özellikle antibiyotik verilmesi tedavilere dirençli mikropların gelişmesine yol açmakta, bu da salgın hastalıklara davetiye çıkartmaktadır. İlaç firmaları kârlılıklarını arttırmak için, üretimlerini maliyetlerin düşük olduğu ülkelere taşırken, altyapıları ilaç üretimi için yetersiz olan bu ülkelerde atıklar, çoklu ilaç direnci olan mikropların oluşmasına sebebiyet vermektedir.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da AIDS hastalığına yakalananların sayısı önceki yıllara göre %35 artmıştır. Orta Asya ülkeleri HIV yayılımının merkez üssü konumuna gelirken, HIV virüsünde artışın en önemli sebepleri, homoseksüel ve heteroseksüel ilişkinin özendirilmesi ve uyuşturucuya karşı yetersiz mücadeledir. İlaçla tedavi edilebilecek bir hastalık olmasına karşın, özellikle Afrika’da her yıl milyonlarca insanın AIDS sebebiyle ölmeye devam etmesi üzücü ve düşündürücüdür.
Organ ticaretinin yaygın olduğu ülkelere turistik seyahat görünümlü geziler düzenlenmektedir. Organ ticareti gerçekleştiren çeteler bünyelerinde hekim, eczacı ve teknisyenlere kadar her seviyeden sağlık personelini barındırmaktadır. Dünya üzerinde birçok yasadışı organ naklinin İsrailli alıcılara uygulandığı bilinmektedir. Ayrıca Suriyeli göçmenlerin gelişiyle birlikte Lübnan organ ticareti açısından önemli bir merkez konumuna gelmiştir.
Sağlık alanındaki bir diğer önemli sorunsa açlık ve yoksulluktur. Dünya nüfusunun %14’üne denk gelen 868 milyon insan açlık çekmekte ve her yıl 2.3 milyon çocuk yetersiz beslenme sebebiyle ölmektedir. Öte yandan dünya üzerinde çoğunluğu yoksul ülkelerde bulunan 1 milyarın üzerinde insan barınma sorunu ile karşı karşıyadır.
Kültür-Sanat dünyasında gündemi belirleyen küresel organizasyonların uluslararası boyutta ihlallere sebebiyet verdiği görülmektedir. Dünyanın dört bir yanından her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği Avrupa’nın önde gelen müzelerinin, sergilediği eserlerin önemli bir bölümünü Asya ve Afrika kıtasından hırsızlık yoluyla temin ettiği bilinmektedir. Türkiye’nin son yıllarda eserlerini geri alabilmek adına yürüttüğü olumlu çalışmalar, söz konusu ülkeler nezdinde büyük rahatsızlığa sebebiyet vermiştir. Öte yandan işgal, içsavaş ve ilgisizlik sebebiyle özellikle İslam coğrafyasında bulunan kültür mirası büyük zarar görmektedir. Yalnızca Suriye’deki içsavaş sebebiyle resmî istatistiklere göre 2 milyar Dolar değerindeki tarihi eser ülke dışına kaçırılmış, ülkedeki müzeler tahrip edilmiş, Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan pek çok mekan da yıkıma uğramıştır. Benzer acı tabloların Afganistan ve Irak işgallerinde ve geçen yıl Mali’ye düzenlenen askerî operasyon da yaşandığı hatırlandığında, İslam medeniyetinin izlerinin hızla silinmekte olduğu görülecektir.
Sinema endüstrisi küresel sisteme hizmet etmeye devam etmektedir. Özellikle 11 Eylül sonrasında İslamofobik yapımlara yönelen endüstri, 2013’te de bu desteğini devam ettirmiş, “Argo”, “Zero Dark Thirty”, “Homeland” gibi İslamofobik yapımlar Altın Küre, Oscar, ABD Yapımcılar Derneği gibi endüstrinin prestijli ödüllerini toplamıştır. Çoğu zaman ABD politikalarının sözcülüğüne soyunan Hollywood sadece kendi yapımlarıyla dünya kamuoyunu manipüle etmekle kalmamakta, diğer coğrafyalara ait sinemaları da etkileyerek dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu çabanın etkilerini Türk sinemasında da görmek mümkündür.
Ekonomi alanı dünya üzerinde ihlallerin en yoğun yaşandığı alan olarak dikkat çekmektedir. Dünyanın gidişatına yön verme çabası içerisindeki küresel güce sahip devletler, çokuluslu şirketler ve lobiler, insanlığın ortak menfaatini hiçe sayan vahşi uygulamalara imza atmaktan çekinmemektedirler. Dünya, para piyasaları üzerinden sürdürülen ve son yıllarda giderek daha da acımasız bir biçimde seyreden çıkar savaşlarına sahne olmakta, ekonomik manipülasyonlarla milyarlarca Dolar’lık vurgunlar gerçekleştirilmektedir. Savaş lobisi özellikle Ortadoğu ve Afrika’daki kaos ortamının derinleşmesi için çaba sarfederken, faiz lobisi uluslararası finans kurumları aracılığıyla dünya devletlerini borçlandırarak üretmeden kazanmakta, enerji lobileri ise petrol ve doğalgaz rezervlerinin bulunduğu bölgeleri kontrol altında tutmaya çalışırken, bankacılık sektöründe manipülatif işlemlerle haksız kazanç elde edilmektedir. ABD, Çin ve Japonya başta olmak üzere dünya ekonomisinde önemli role sahip devletler ulusal para birimlerinin değerlerini düşük tutmak suretiyle avantaj sağlamaya çalışmaktadır.
Geçtiğimiz yıl Türkiye, Brezilya ve Mısır gibi ülkelerde yaşanan gelişmelere bakıldığında, toplumsal reflekslerle gerçekleştiği düşünülen olayların aslında bu ülkelere büyük ekonomik zararlar verdiği görülmektedir. Mısır’da halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı daha fazla demokrasi talebiyle başlatılan gösteriler her nasılsa askerî darbe ile neticelenmiş ve uzun yıllardır Mısır halkına büyük sıkıntılar yaşatırken ülke ekonomisinin önemli bölümünü kontrol eden dış destekli askeri vesayet yeniden sahne almıştır. Brezilya’da otobüs biletlerine yapılan zam, Türkiye’de ise Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesi gerekçe gösterilerek başlatılan olaylar her iki ülkede büyük ekonomik zarara sebebiyet vermiş, dış yatırımcı güven kaybına uğratılmış, hisse senetleri büyük değer kaybına uğramıştır. Benzer şekilde 17 Aralık’ta başlatılan ve “yolsuzluk operasyonu” olarak lanse edilen süreç de Türkiye ekonomisine büyük darbe vurmuştur. Halkbank üzerinden Türkiye’yi kıskaca almayı hedefleyen bu operasyonun Türkiye’ye maliyetinin 100 milyar Dolar’ı aştığı resmî ağızlardan telaffuz edilmiştir.
Eğitim bugün küresel bir endüstriye dönüşmüştür ve bu sebeple devletler ve çokuluslu şirketler tarafından bir sektör olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla dünyanın hemen her ülkesinde ücretsiz eğitimin yerine ikame edilen anaokulundan lisansüstü eğitime kadar her kademede ücretli eğitim özendirilmekte, eğitim sistemleri ve mevcut şartların durumu da öğrencileri paralı eğitime bir anlamda mecbur etmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum da bu gerçekten bağımsız düşünülmemeli ve 2013 yılının ana gündem maddelerinden biri olan dershanelerin kapatılması konusu da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Medya organları açısından değerlendirildiğinde 2013 ihlaller ve manipülasyonlarla dolu bir yıl olarak kayıtlara geçmiştir. Başta CNN, BBC, Reuters, El-Cezire olmak üzere uluslararası medya organlarının Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı olaylarını yansıtma biçimi tam bir dezenformasyona işaret etmektedir. Gezi Parkı olaylarını Türkiye’de bir içsavaş çıktığı, güvenlik güçlerinin sivil katliamı yaptığı ve yönetimin bir dikta rejimine dönüştüğü şeklide yansıtan uluslararası medya, İstanbul’a savaş muhabirlerini göndermiş ve saatlerce kesintisiz canlı yayın yapmıştır. Brezilya’da yaşanan toplumsal olaylarda da benzer bir tutum sergileyen medya, İngiltere’de G-8 zirvesi öncesindeki protestolarda ve Almanya’nın Hamburg kentinde gerçekleşen olaylarda güvenlik güçlerinin tavizsiz tutumunu ise görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Öte yandan, küresel medya organları Mısır’daki askeri darbe ve sonrasında yaşanan kanlı sürece de sırtını dönmüştür.
Tarih-Toplum alanında popülist yaklaşımlar, ilkesiz uygulamalar ve günübirlik çözümlerle toplumsal yapı bozulmaya devam etmektedir. Özellikle her geçen gün yeni birinin inşasına başlanan AVM’ler çarşı kültürünü, toplu konutlarsa mahalle kültürünü yok etmektedir. Diğer tarafta sosyal medya ve internetin kullanım biçimi, televizyon dizileri ve popüler kültür ahlaki değerlerimizi zaafiyete uğratmaktadır.
Dünya Hak İhlalleri Raporu’nu ihlallerin yaşanmadığı daha adil, daha huzurlu bir dünya temennisiyle dikkatinize sunuyoruz.
SİVİL HABER
Güncelleme Tarihi: 06 Şubat 2014, 02:52