Fatih Altaylı: Parti gazeteciliğinin miladı 1 Nisan 2007'dir

Gazeteci Fatih Altaylı, özgür bir medya olsaydı 17/25 Aralık soruşturmalarının da medyada daha farklı yer bulacağını ifade etti.

Fatih Altaylı: Parti gazeteciliğinin miladı 1 Nisan 2007'dir
 "Bazılarının çocukları Türkiye'de yaşamaya utanacak!" diyen Altaylı, 'Alo Fatih' yani Fatih Saraç'la adının karıştırılmasının kendisine çok dokunduğunu ifade etti.

Aksiyon dergisinden Cemal Kalyoncu'ya konuşan Fatih Altaylı, Habertürk yayın yönetmenliğini ve köşesini bırakmasını 'Hiç anlatmayayım onu' diyerek geçiştiriyor. Altaylı, medyadaki baskı başta olmak üzere Türkiye'nin içinde bulunduğu atmosfer için "Galiba her neslin payına böyle bir dönem düşüyor." diyor. Türkiye'deki IŞİD ve El Kaide tehlikesini büyük risk olarak gördüğünü de anlatan Altaylı, medyadaki parti gazeteciliğinin miladı olarak 1 Nisan 2007'de o zaman Ciner Grubu'nun elinde bulunan Sabah ve ATV'ye el konulmasını görüyor: "Yani Türk basınının kurbanlık koyun gibi teker teker kasabın önüne götürülebileceğinin ortaya çıktığı gün o gündür." 1982'den beri medyada bulunan Fatih Altaylı, özgür bir medya olsaydı 17/25 Aralık soruşturmalarının da medyada daha farklı yer bulacağını ifade ediyor.

Röportajdan bazı bölümler şöyle:

-'Alo Fatih' ile ilgili ses kayıtları ortaya çıktığında Cüneyt Özdemir'e konuştunuz ve orada "Turgay Ciner, hayatta kalmaya çalışıyor, yaşamaya çalışıyor, Türkiye'deki pek çokları gibi." dediniz. Türkiye'deki atmosferi anlatması açısından bunu biraz açar mısınız?

Ben Turgay Ciner adına konuşamam. Söylemek isterse kendi söyler zaten. Ama esas mesele şu: Türkiye'de iktidarlar her zaman gerek medya ile gerek sermaye ile sorunlu oldu. Çünkü iktidar katıksız bir güç olmak, her alanda gücünü hissettirmek ve bu gücünü kendi dilediği şekilde toplumun diğer katmanlarına aktarmak istiyor. Bugünkü iktidar son derece güçlü, uzun soluklu ve yekpare bir iktidar olduğu için iş dünyası ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalıyor. Bu sıkıntılar ne? Türkiye'de iş dünyasında olup da devletle iş yapmamak mümkün değil. Devletle iş yapmak illa devletten ihale almak, devlete mal satmak demek değil. Diyelim ki fabrika yapacaksınız. Devletle en azından ÇED raporu veya imar izni için muhatapsınız. Vatandaş olarak bir pasaport alacaksanız da devletin çeşitli kademeleri ile muhatap olursunuz. Şimdi devlet yekpare bir güç olarak hareket ettiği zaman ve toplumun bir kısmını da –bu iş dünyası olabilir, başka kesimler olabilir– dışladığı veya kendinden görmediği zaman bu tip sorunlar ortaya çıkıyor. Bu, bugün, Türkiye'deki herkes için geçerli. Hükümetin kendine yakın hissetmediği, hükümetle aynı fikirleri paylaşmayan, hükümete saygı duysa bile onun yaptığı işlerin bir kısmının doğru, bir kısmının yanlış olduğunu düşünen herkes, iktidarla eğer koşulsuz bir işbirliği içinde değilse, sıkıntı yaşıyor. İlla politikanın içinde olmak, politik bir tavır sergilemek de gerekmiyor hükümetle ters düşmek için.

-Köşe yazmayı bıraktıktan sonra mı böyle hissediyorsunuz?

Uzunca bir süredir bunu hissediyorum. Son süreçte artık iyice patlama noktasına geldim. Yani şimdi bir düşünün, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki tamamen siyasi hatadan ötürü kendi çevremizde bir ateşten duvar oluşturduk. Özellikle doğumuzda, güneydoğumuzda, Irak'ta, Suriye'de. Tamamen bizim devlet yönetiminin dış ilişkilerdeki hatalarından ötürü çok ciddi bir sıkıntı oluşturduk kendimize ve şimdi bu sıkıntıyı yaratan sanki başkası imiş gibi bundan şikâyet ediyoruz. Bu sıkıntının Türkiye'ye yansımaları var. Bugün Türkiye'de çok güçlü IŞİD, El Kaide yapılanmaları var. Bugün Türkiye'nin pek çok ilinde çok ciddi sayıda IŞİD ve El Kaide sempatizanı var. Bunların yarın öbür gün Türkiye'ye ne yapacağı, Türkiye'de neler yapacağı konusunda inanılmaz kaygılıyım ben. Yani Türkiye bu sarmalın içinden nasıl çıkacak? Türkiye'de IŞİD adına askere alma büroları kurmuş birtakım insanlar, IŞİD'in, El Kaide'nin kayıtlı elemanları var. Ve bu ne yazık ki İslami gençler arasında yükselen bir değer hâline gelmiş.

-Olayın farkında mı değil yetkililer?

Bilmiyorum. Bilemem. Ve IŞİD, bugün Türkiye'yi aslında düşman ilan etmiş vaziyette. Sadece, Türkiye'yi henüz savaş bölgesi ilan etmedi. Yarın öbür gün IŞİD veya benzeri birtakım radikal terör gruplarının Türkiye'yi oyun sahası ilan etmesi hâlinde neler olabileceğini siz herhâlde tahayyül ediyorsunuz. Sınırlarımızdaki geçirgenlik ortada. Biz daha 5 bin kişilik PKK ile baş edememişiz… Bunun yansımalarının Batı'da yarattığı imajın Türkiye'nin de üstüne yapışmasından çok tedirginim. Kendi içimizdeki ayrışmadan, toplumsal katmanlarımız arasındaki geçirimin sıfıra yaklaşmasından ve neredeyse düşmanlaşma hâline gelmesinden çok tedirginim.

… 2007'ye kadar baktığımız zaman AK Parti iktidarı Türkiye'de hakikaten demokrasi öncelikleri olan bir iktidar görüntüsü verdi. Ama 2007'den sonra işler değişmeye başladı. Ben milat olarak orada Sabah ve ATV'ye el konmasını görüyorum.

-Her şey 1 Nisan şakası ile başladı yani? (TMSF, 1 Nisan 2007'de Sabah ve ATV'ye el koydu.)

Aynen. Çünkü o günden sonra, bugün çok şikâyetçi olunan iktidar medyası veya medya türü kurulmaya başladı. Bakarsanız o güne kadar gazeteler üç aşağı beş yukarı belli fikirler doğrultusunda zaten yıllardır şekillenmiş gazetelerdi ve o fikirler doğrultusunda yayıncılık yapıyorlardı. İlk defa olarak merkez medyadan bir büyük gazete ve TV doğrudan doğruya iktidarın kontrolüne geçti ve o kontrol sonrasında da bunun tatlı bir şey olduğu ortaya çıkarak bu kontrol yaygınlaştırılmaya, büyütülmeye çalışıldı.

-Ne oldu da 2007'de böyle bir şey planlandı, paradigma değişikliğine gidildi peki?

Zannediyorum iktidarda daha uzun süre kalıcı olmanın yolunun medyayı kontrol etmekte olduğu anlaşıldı. Çünkü şu çok gerçek ki, medya hiç kimseyi iktidar yapamaz ama iktidarları devirir. Düşünün ki özgür bir medya olsaydı Türkiye'de, 17/25 Aralık sonrasında neler olurdu, özgür medya olmayınca neler oluyor? Hep beraber gördük. O yüzden de medyanın iktidarları değiştirebilme, yani iktidarları getiremese bile yıkma gücünü elinde bulundurmasını bu iktidar istemedi. Ve gideceği ilk seçim öncesinde Türkiye'nin en büyük medya grubuna el koydu.

-14 Aralık'ın ne anlama geldiğini siz çok iyi anlıyorsunuz o zaman.

Benim kadar kimse iyi anlayamaz.

-Nasıl bakıyorsunuz 14 Aralık'a?

Hatırlarsınız, 14 Aralık daha ortalıkta yokken, yazılarım ortada, Bank Asya'ya el konmak isteneceğini ilk ben yazdım. Torba yasanın cemaate yakın olduğu söylenen medyaya ve dershanelere el koymak maksatlı yapıldığını ilk ben söyledim. Kimse bunları konuşmuyordu o zaman. Ama bunca yıldır siyaseti takip ettiğim için ve hangi adımın sonrasında neyin geleceğini tahmin ettiğim için… Mesela bunları söyledikten sonra baktık ki hakikaten doğruymuş, niyet oymuş.

-Peki, büyük çoğunluk niye sessiz? Neredeyse 'oh olsun' diyen de var…

Ben hayatımda kimseye oh olsun demedim. Ben kin gütmem. İntikam hissi bende katiyen yoktur. Cemaate oh olsun hiç demem. Çünkü ben her türlü hesabın, her türlü yanlışlığın giderileceği yerin yargı olduğunu düşünürüm. Cemaatin bir hatası varsa eğer, o cemaatin, bu cemaatin, şu cemaatin, yani bu cemaati de Fethullah Gülen cemaati olarak kısıtlamıyorum. Cübbeli Ahmet'in cemaati de olabilir, ne bileyim başka bir cemaat de olabilir."

SİVİL HABER

Güncelleme Tarihi: 27 Ocak 2015, 13:52
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209