İşte Milli Görüş farkı...

Milli Gazete Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Kurdaş ve Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök... Bu iki yazarın yazılarını birbiri ardına okuyunca İşte Milli Görüş farkı bu demekten kendimizi alamadık!

İşte Milli Görüş farkı...
 Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Kurdaş, İslam Birliği’nin kurulmasındaki aciliyeti dile getirirken Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök “Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü”nden yani daha açık bir tabirle “Yahudi soykırımı anma” gününden söz ediyor! Bu iki yazarın yazılarını birbiri ardına okuyunca “İşte Milli Görüş farkı bu” demekten kendimizi alamadık!

Milli Gazete yazarı Zeki Ceyhan bugünkü yazısında, Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş’ın yazısı ile Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ün yazısını şöyle karşılaştırdı.

İki yazar, iki görüş!

Geride bıraktığımız Çarşamba günü iki yazarın iki yazısı özellikle dikkatimizi çekti!

Birinci yazı Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Kurdaş’ın “Bizim Suriye’mizdeki zulmü bunlar mı durduracak!” başlıklı yazısı, ikinci yazı ise Hürriyet gazetesi yazarlarından Ertuğrul Özkök’ün “One minute döneminin sonu” başlıklı yazısı!

Bu iki yazarın yazılarını birbiri ardına okuyunca “İşte Milli Görüş farkı bu” demekten kendimizi alamadık!

Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Kurdaş İslam Birliği’nin kurulmasındaki aciliyeti dile getirirken Hürriyet yazarı Özkök “Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü”nden yani daha açık bir tabirle “Yahudi soykırımı anma” gününden söz ediyor!

Bugüne kadar bu anmaları “Yahudi cemaatinin” üstlendiğini hatırlatan Özkök, devletin bu işin içine girmemeye “özen” gösterdiğini ileri sürüyor!

Özkök bu yıl ise anma töreninin Kadir Has Üniversitesi’nce üstlenildiğini ifade ederek törene Dışişleri Bakanlığı’nın Müsteşar Yardımcısı düzeyinde temsil edileceğini belirtiyor ve bu durumu Türkiye’nin Ortadoğu’da “reel politikaya” dönüşünün önemli bir adımı olarak kabul ettiğini söylüyor!

“Uluslarası Holokost Kurbanlarını Anma” töreninin devlet desteğini arkasına alması Hürriyet yazarını çok sevindirmiş olacak ki bunun anlamının “one minute döneminin sona ermesi” olduğunu iddia ediyor!

Evet, Hürriyet yazarının derdi bu!

Holokost kurbanlarının devlet desteği ile anılması!

Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş ise “Müslümanlar kendi meselelerini Müslümanca halletmeye niyet etmeden zulümler ortadan kalkmayacaktır” diyerek önemli bir tespitte bulunuyor!

Kurdaş, “Biz ne zalim Esad’ın zulmüne sessiz kalabiliriz ne de büyük zalim ABD’nin zulmüne” diyerek Milli Görüş’ün olaylara bakış açısındaki farkı bir kez daha gözler önüne seriyor!

İki yazarın iki yazısı arasındaki farklılıkları köşemizde ne kadar dile getirmeye çalışsak da hepsini bu köşeye taşımamızın mümkün olmadığı aşikâr!

En iyisi mi siz iki yazarın yazılarını bulup buluşturup okuyun ve ortaya çıkan “Milli Görüş farkını” kendi gözleriniz ile müşahede edin! “Kimin derdi neymiş” ilk ağızdan öğrenin!”

MİLLİ GAZETE GENEL YAYIN YÖNETMENİ MUSTAFA KURDAŞ NE YAZDI?

İşteMilli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş’ın o yazısı:

“Anadolu Ajansı ile birlikte TRT, CNNInt ve Guardian’ın önceki gece eş zamanlı olarak Türkiye ve bütün dünyaya servis ettiği işkence fotoğrafları Suriye’nin adeta “zulüm coğrafyası” haline getirildiğini bir kez daha ortaya koydu. Son üç yıl içerisinde bir taraftan Beşar Esad’ın zulmü diğer taraftan bölgesel ve küresel aktörlerin “hesaplaşma” ve “nüfuz savaş”ının  arasında sıkışan Suriye’deki bu fotoğraflar “uluslararası dünya” denilen sanal mefhuma vurulmuş en sert tokatlardan birisi oldu.  

Zulümle kuyu kazan bilmeli ki; kendisine kuyu kazar. Bir takım hesaplarla, zulmü sulayanlar da bilmeli ki dikene su vermiş gibidir; zulme ortak olur. İnsanlık tarihinde zulüm ile abad olmuş bir örnek yoktur. Zulümden dolayı nice memleketler helak olmuştur ki; geriye “bomboş kalmış yüksek saraylar” bırakılmıştır. Zalimler belki bugün kendilerine yardımcı bulabilirler. Lakin hesap günü gelince zalimlerin hiçbir yardımcısı olmayacak. Biline ki, zulüm yapanlara yakınlık gösterenlere de ateş dokunur. Zalimi alkışlayanlar da, zalimin zulmüne şu veya bu şekilde yol açanlar da; mazlumun mazlumiyetinden beslenenler, istismar edenler de mutlaka hesap gününde hesap verecektir.

Suriye’deki insanlık dışı bu zulüm fotoğrafları bir hakikati daha ortaya koyuyor ki o da; ümmet-i Muhammed’in “İslam Birliği”ni kurması aciliyetidir. Yeni Bir Dünya’yı kurmak için niyet etmez, çalışmaz ve kurmazsanız; ya doğrudan ya da dolaylı olarak zulüm dünyasının piyonlarından olursunuz. Bir coğrafyamızdaki insanlık dramı daha göstermiştir ki, Müslümanlar kendi meselelerini Müslümanca halletmeye niyet etmeden zulümler ortadan kalmayacaktır. Zira; bir zalimin zulmünü bir başka zalimle defetmek derdinde olan ümmetin coğrafyasında zalim de zulüm de azalmaz.

Esad’ın baskı ve zulmü altındaki Suriye’de ısrarla batı paralelinde; ABD, AB ve NATO ile birlikte çözüm arandı durdu. Batı ile boşa geçen zaman Suriye’deki zulmün daha da kalıcı hale gelmesine neden oldu. Zulüm zamanla Suriye’de şehir şehir, karış karış dolaşmaya başladı. Hatta zalim de zulüm de çeşitlendi. Batı meseleyi kendi lehine rafa kaldırınca Suriye’deki zulüm de çözülmüş olmadı. Şimdi Türkiye’ye ve diğer İslam ülkelerine düşen görev yine Batı’nın kapısını çalmak değil, İslam Birliği’ni kurup bu zulmün son bulması için “gerçekten” bir adım atmaktır. Bu adım ne BM’dir, ne NATO’dur ne de küresel zalimlerle aynı masa etrafında toplanılacak olan Cenevre’dir. Bu adım “İslam Birliği”dir. Kimse zulmün etrafında top oynamasın! Göbekten “Siyonizme” bağlı “Uluslararası toplum” masalarından Müslümanların, mazlumların ve insanlığın lehine çözüm çıkmaz. Darbeci Sisi’ye ve o katilin Rabia’daki canlı yayın katliamlarına desteğini esirgemeyen ABD ve AB bizim Suriye’mizdeki zulmü mü durduracak sanıyorsunuz!

Şunu da belirtelim ki; biz ne zalim Esad’ın zulmüne sessiz kalabiliriz ne de büyük zalim ABD’nin zulmüne. Biz ne 1 Mart Tezkeresi’ne boyun eğeriz ne de 1.5 milyon Müslüman katledilirken Türkiye’den yapılan 4 bin 490 sortiyi içimize sindiririz. Guantanamo’yu da unutmadık, Ebu Gureyb’i de. Zalimin adı neyse, zalim her kimse zalimdir. Zulmü Amerika da yapsa zulümdür, Fransa da yapsa, İsrail de yapsa zulümdür. Ve bizim iki elimiz adı Bush da olsa, Obama da olsa, Esad da olsa zalimin yakasındadır. Kimse kendi kabahatlerini, kendi teslimiyetlerini, kendi günahlarını kendince Millî Gazete’ye karşı başka yollara tevessül ederek saklamaya, örtmeye kalkışmasın. Biz 30 yıl önceki bir manşetimizin de arkasında olan, olabilen gazeteyiz... Çok değil 1 yıl önce bile yazdıklarımızı kendi kendimize tekzip edenlerden değiliz.”

İŞTE ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN O YAZISI

‘One Minute’ döneminin sonu

ÖNÜMÜZDEKİ pazartesi günü İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi Büyük Salon’unda çok önemli bir anma töreni var.

Bu tören için üniversitenin rektörü Prof. Mustafa Aydın imzasıyla davetiyeler gönderildi.

Davet sahibinin ve başında bulunduğu kurumun bir vakıf üniversitesi olmasına bakmayın.

Anma töreninin arkasında yüzde yüz Türkiye Cumhuriyeti var.

Bu destek, davetiye metninde, “Dışişleri Bakanlığı’nın katkılarıyla” diye belirtiliyor.

Ama diplomasiyi bilenler bunun “devlet desteğinin utangaç bir ifadesi” olduğunu da çok iyi bilecekler.

* * *

Programın resmi adı şu:

“Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü”.

Daha açıkça söyleyelim.

“Yahudi soykırımını anma günü...”

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 milyon Yahudi’nin soykırıma uğratılması trajedisini anacak.

* * *

27 Ocak’ın önemini anlatmadan önce, bu olayın yakın geçmişine bir bakalım.

Birleşmiş Milletler 2005 yılında, 27 Ocak gününü “Holokost kurbanlarını anma günü” olarak ilan etti.

Bu gün, son 3 yıldır Türkiye’de de anılmaya başlandı. 

Ancak bugüne kadar anma törenlerini Türkiye’deki Yahudi cemaati düzenliyordu. 

Yani Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen bu işin içine girmiyordu.

Yahudi cemaati, Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak, bu yıl anma törenini düzenlemeyeceğini, bunu Yahudi cemaati dışında bir kuruluşun yapmasının, günün amacına daha uygun olacağını bildirdi.

Sonunda bulunan formül bu oldu.

Töreni Kadir Has Üniversitesi üstlendi.

Ancak bu yılın tek özelliği bu değil.

Türkiye bugüne kadar Yahudi cemaatince düzenlenen törenlere bakanlık içindeki bir genel müdür düzeyinde katılıyordu.

Bu yıl ilk defa müsteşar yardımcısı düzeyinde katılacak. 

Törende Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru da bir konuşma yapacak.

* * *

Programa baktım.

-Kadir Has Üniversitesi Başkanı Can Has bir konuşma yapıyor.

-Arkasından İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Umut Uzer konuşuyor.

-Arkasından Uluslararası Holokost Anma İttifakı Türk Heyeti Başkanı Büyükelçi Ertan Tezgör konuşuyor.

(Bu davetiye sayesinde “Uluslararası Holokost Anma İttifakı” adlı uluslararası bir sivil toplum örgütünün bulunduğunu da öğreniyoruz.)

-Onu Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh’in konuşması izliyor.

Ve son konuşmacı Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Naci Koru oluyor.

* * *

Bana göre bunun anlamı şudur: 

Davos’ta 29 Ocak 2009’da meydana gelen “One Minute dönemi”, 27 Ocak 2014 günü, yani tam 5 yıl sonra fiilen kapanmış olacaktır.

Bence bu, Türkiye’nin Ortadoğu’da tekrar “reel politikaya” dönüşünün en önemli işaretlerinden biridir.

Ancak geriye çok önemli bir soru kalıyor.

Gelecek yıl Ermeni soykırımı iddialarının 100’üncü yılı.

Holokostu bu yıldan itibaren utangaç da olsa, Yahudi cemaati dışında anmaya başlayan Türkiye’nin 2015 politikası ne olacaktır?

Hrant Dink cinayetini aydınlatamayan Türkiye, bu yılda dünyaya ne diyecektir?

Madem Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Alis Hurafeler Diyarında” politikasından vazgeçiyoruz...

2015 için de reel politikanın altyapısını şimdiden hazırlamaya başlamakta yarar var.

Kendi adıma, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yeni adımını utangaç olsa bile kutluyorum..

O meşhur ‘Kafes’ planında meğer hepimiz kafeslenmişiz

GEÇEN hafta bir yazı okudum. Okurken tüylerim diken diken oldu. Bu yıl ünlü “Kafes Eylem Planı” davasının da 5’inci yılı doluyor.

Hatırlayanınız var mı neydi bu dava?

* * *

Her şey 19 Kasım 2009 günü Taraf gazetesinin manşetindeki büyük haberle patladı:

“Kod Adı Kafes...”

Dehşetengiz bir plandı.

Askerler tarafından, gayrimüslimlere yönelik bir imha planıydı ama asıl amacı AK Parti hükümetini bitirmekti.

Neler yoktu ki...

-Ergenekon davasını yürüten savcılar yine imzasız bir “ihbar mektubu” almıştı.

-Buna göre “Bu planı hazırlayan darbeci çete, Bedrettin Dalan’ın bilgisi dahilinde ona ait araziye mühimmat gömmüştü.”

-Kazı çalışmaları sonucunda 15 adet dolu, yedi adet boş LAW silahı, 450 gr C4 patlayıcı madde, 14 adet el bombası, 45 adet sis bombası ve daha birçok patlayıcı madde bulmuştu.

-Bu bilgiler, emekli Binbaşı Levent Göktaş’ın ofisinde bulunan bir CD’e ele geçirilmişti.

* * *

İlk bakışta CD’de herhangi bir bilgi bulunamamıştı.

Ancak sonradan “data stash” denilen bir program içinde, “okul” adlı bir dosyanın içine sıkıştırılma yöntemiyle saklandığı iddia edilmişti.

Güya dosya uzmanı ekipler müthiş bir çalışma yapmış ve bu şifreli acayip dosyayı çözmüştü.

İşte bu plan Taraf gazetesinin manşetinden günlerce işlenmiş, Türkiye’de inanılmaz bir kamuoyu oluşturulmuştu.

Bunun sonucunda Türk ordusunun Deniz Kuvvetleri neredeyse çökertilmiş, çok sayıda subay içeri alınmıştı.

Bugün durum nedir?

Şimdi ben aradan çekiliyorum, sözü o günlerde Taraf gazetesinin bu konulardaki en çalışkan ve en antidarbeci yazarlarından biri olan Yıldıray Oğur’a bırakıyorum:

Bakın geçen hafta Türkiye gazetesindeki köşesinde ne yazdı:

“Mide bulandıran, ne kadar aptalmışız dedirten bir sürü çelişki. Neyse zaten artık kimsenin umurunda değil Kafes Eylem Planı. Gayrimüslimlerin sorunlarına, Hrant Dink, Zirve davalarına duyarlı insanlar bu planlarla iktidar mücadelesinde seferber edildi, onlar üzerinden kamuoyu yapıldı, o desteğin üzerinden ordu içinde alan açma, mevzi kazanma operasyonları meşrulaştırıldı. 

19 Ocak’ın yıldönümünde herhalde yapılacak en iyi iş, tüm bu cinayetlerin karartılmasına hizmet ederken bazı askerlerin hayatını karartan bu planlara zamanında inanmış insanlar olarak kullanışlı aptallığımızı kabul etmektir. Bizi ‘Kafes’leyenler bulunursa belki katillere de bir adım daha yaklaşmış oluruz...”

Paralel yapı var mıydı buyurun siz karar verin

GÖRÜYORSUNUZ, o günün en önde gelen iddiacılarından biri “Kafes Eylem Planı’nda resmen kafeslendik” diyor.

Yani bir zamanlar bizim “andıç” olayında tufaya getirildiğimiz gibi...

Peki şimdi ne diyeceğiz?

Ben başkalarının yaptığı gibi, “Aklın bugüne kadar neredeydi” deyip yakasına yapışmam. 

Çünkü insanız... Tufaya da geliyoruz, yanılıyoruz da...

Şimdi önemli olan, insanları “Silivri gulaglarına” gönderen kumpasları tartışıyor ve sorguluyor hale gelmemiz. 

Hâlâ şüphelenenlerimiz var. O Şüpheyle soruyorlar:

“Yargıda böyle şeyler var mıydı?”

Sadece yargıda mı vardı? Poliste de vardı, medyada da vardı, AK Parti saflarında da vardı...

Eğer yanıldıysak, hiç çekinmeden evet yanıldık demeliyiz.

O insanlar hâlâ esaretlerde ömürlerini geçiriyorlar.

Kimisi hayatını kaybetti. Toplumun gözünde itibarları iki paralık edildi. 

Bazı insanlar sürgünlerde yaşıyor.

Ne o benim fikirlerimi beğenir, ne de ben onunkileri...

Ama Bedrettin Dalan sırf bu kafeslemeler yüzünden hâlâ sürgünde...

Görüyorsunuz sürgün dediğiniz şey, sadece Şivan Perver’ler, şunlar bunlar değil...

Evet yolsuzluklar ayyuka çıkmış durumda.

Ama bu ülkenin paralel bir yapısı da vardı.”

 

(milligazete.com.tr) ÖZEL

SİVİL HABER

Güncelleme Tarihi: 25 Ocak 2014, 02:09
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209