Ben de aynen böyle düşünüyorum. Haziran 2015 seçimlerinden sonra, kartlar yeniden karılacak; muhtemelen Ahmet Davutoğlu başbakanlığının bu ölçüde itibarsızlaştırılmasına karşı bir tavır belirleyecek. Özal’ın emanetçi olarak gördüğü Yıldırım Akbulut da bir süre sonra Çankaya’dan gelen her talimata itaat etmekten vazgeçmişti.
AK Parti’de tartışma ve gerilim daha şimdiden başladı. Mesela, Davutoğlu’nun seçim beyannamesinde başkanlık sisteminin yer almasını istemediği belirtiliyor. Oysa Tayyip Erdoğan, seçimlerin başkanlık tartışması ekseninde cereyan edeceğini söylemiş ve bu sebepten dolayı vatandaştan AK Parti’yi 400 milletvekiliyle parlamentoya sokmasını talep etmişti. Milletvekillerinin belirlenmesi hususunda da Erdoğan ve Davutoğlu arasında gerilim yaşanacağını tahmin etmek için müneccim olmak gerekmez.
Su mecrasında akar. Mecranın dışına çıkanlar, zaman içinde etkisiz hale gelirler.
Silahlar bırakılacak mı?
Çözüm sürecinde önemli adımlar atıldığına dair söylentiler yoğunlaştı. Beklenti, PKK’nın silah bırakacağını Nevruz’da açıklaması.
Böyle bir hedefe, bu kadar kısa bir zamanda ulaşılacağını sanmıyorum. PKK’nın Irak’ta, İran’da ve Suriye’de de yapılandığı biliniyor. Dolayısıyla, Türkiye ile bir uzlaşma sağlansa bile, silah bırakması söz konusu olamaz. Ancak ateşkesin devamından ya da “Türkiye’de silah kullanmama” taahhüdünden bahsedebiliriz. Bu noktaya ulaşmak için de atılacak önemli adımlar var. Her şeyden önce, “Güven artırıcı önlemler.” Kürt tarafı, Uludere katliamının ya da 50 kişinin öldüğü Kobanê eylemlerinin aydınlatılmasını istiyor. Uludere’de vur emrini kim verdi? İstihbarat kimden geldi? Kobanê eylemlerinde 50 kişi nasıl öldü? Cizre’de çocuklara kim ateş açtı? “Hiç değilse bunların failleri bulunsun ki, bir güven ortamı gelişsin” deniliyor.
Beklenti çıtası yüksek ama AK Parti, PKK’nın talep ettiği adımları atmıyor. HDP’de “Bizi oyalıyorlar” düşüncesi hâkim. Sonuçta Selahattin Demirtaş patladı: “Hükümet, ‘Öcalan çağrı yapsın’ baskısı oluşturacağına, üzerine düşen görevi ifa etsin. Görünen o ki, seçim öncesi kendisine yarayacak bir hamle peşinde. Asla ciddiyeti yok. Adım atmaya niyeti yok. İktidar barış sürecinde ciddi olsa, güvenlik yasaları yerine barış yasalarını getirirdi.”
Kutuplaştırıcı bir ortamda, muhalefetle hiçbir diyalog kurmadan, Türkiye’nin bu kadar önemli bir sorununu çözmek zaten çok zor. İlave bir zorluk da hükümetin çelişkili tavırları; meselâ güvenlik paketi. Bu çelişkiler, güven bunalımı yaratıyor. Güvenlik paketiyle, toplumsal olaylarda, molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ya da benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs eden kişilere -kademelilik ve ölçülülük ilkesi gözetilmeden- kolluğa doğrudan ateş etme yetkisi veriliyor. Bu ne demek? Özellikle Güneydoğu’daki eylemlerde, elinde silah olmayan birine, sadece molotofkokteyli bulundurduğu için polis hemen ateş edebilecek; bir anlamda yargısız infaz yapacak; kolayca orantısız güç kullanabilecek. Unutmayalım ki, taş, sopa gibi maddeler de yaralayıcı niteliktedir. Taş atana silahla ateş etme yetkisi verirseniz, kimse bunun orantılı bir karşılık olduğunu söyleyemez. Şiddet eylemleriyle ve güvenliği tehdit eden toplumsal olaylarla mücadele edecek yığınla yasa maddesi mevcut. Şimdi, daha ağır hükümler getiriliyor. Sonra da “Nevruz’da Öcalan silahları bırakınız çağrısını yapacak” deniliyor.
Öte yandan zihinleri kurcalayan bir başka mesele daha var. Paketin görüşülmesi 2 defa ertelendi. Acaba Öcalan’la pazarlık mı var? Bu ne iş? Meclis’te muhalefetle diyalog kurup orta yol aramak yerine paketi yoksa İmralı’da Öcalan’la mı görüşüyorsunuz?
Abdullah Gül ve sabır
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı dönemindeki ziyaretlerini anlatan “Edirne’den Ardahan’a Herkesin Cumhurbaşkanı” adlı kitabını milletvekillerine göndermiş. Adeta, Tayyip Erdoğan’a nazire yapıyor. Zira şimdiki Cumhurbaşkanımız tarafgirliği AK Parti’ye oy istemeye kadar vardırdı. Üstelik Bülent Arınç’ın dediği gibi, Türkiye’deki nüfusun %50’sinin AK Parti’den nefret etmesini sağladı. Ülkede öyle bir kutuplaşma yarattı ki, kardeş kardeşe düşman oldu. Arkadaşların arası açıldı.
Bu yönüyle bakılınca Abdullah Gül tarafsız olmaya gayret eden bir cumhurbaşkanı sıfatıyla takdir toplayabilir ama ya sonrası? Sonrasında, hayal kırıklığı yaşattı. Bu hayal kırıklığını, Zaman Gazetesi’nde Selçuk Gültaşlı “Hizmetin hatası” başlığını taşıyan makalesinde anlatıyor: “Soyadı Gül olan bir cumhurbaşkanımız vardı. Avrupa Birliği’ne inanmış, reformcu ve Türkiye’nin ‘yumuşak gücünün yüzü’ hakiki demokrat olduğunu sandığımız cumhurbaşkanımız. Gül’ü, AB reformlarını tek tek yok eden kanunları imzalarken, üyelerinin mühim bir kısmını atamakla övündüğü Anayasa Mahkemesi darbeci ilân edildiğinde sükût ederken hiç hayal etmemiştik.”
Gül’ün, mecbur kaldığı için hem AK Parti tabanını darıltmamak hem de hedef haline gelmemek amacıyla o kanunları imzaladığını düşünmüştüm. Ama Çankaya’dan ayrıldıktan sonra, bir siyasi mücadeleye girmedi. Oysa hukukun ayaklar altına alınması karşısında çözüm arayan vatandaşların beklentilerine cevap verebilmeliydi.
Hiç kimseye iktidar ya da siyasi bir pozisyon, altın tepsi içinde ikram edilmez. Gül’ün, “Şartlar oluşsun, talep edilen konuma geleyim, o zaman siyasete dönerim” diye düşündüğü anlaşılıyor. Ama lider, bu şartları kendi yaratan kişidir. Abdullah Gül ortaya çıksaydı, karanlık günlerde umut ışığı olurdu. Olmadı… Mamafih, siyasetin bir “sabır” işi olduğu da söylenir. Belki de Gül haklıdır.
Konuş Merve Kavakçı
Ülkedeki kutuplaşmanın ve karşılıklı nefretin en önemli sebebi Tayyip Erdoğan’ın kullandığı dil. Bu üslûp, onu destekleyenlere de yansıyor. 1980 öncesi, ideolojik temelde bir çatışma ve gerilim yaşanmıştı ama böylesine kişisel saldırılara kimse maruz kalmamıştı. Tayyip Erdoğan’ın izinden gidenler, nefret tohumları saçıyor. Hepsi sığ ve kaba… Tabii salvolarından ben de nasibime düşeni alıyorum. Üstelik olayları da çarpıtıyorlar. Bunlar aslında, kendi kişilikleriyle o mevkilerde bulunmuyor. Hepsi, bir emir kulu, bir posta tatarı… Biri geçenlerde televizyonda Erbakan’ın uyarılarına rağmen, Merve Kavakçı’yı kandırarak Meclis’e soktuğumu ve işi krize dönüştürdüğümü söylemiş.
Merve Kavakçı hayatta. Olayların canlı şahidi. Şimdi kendisinden bir açıklama bekliyorum. Ben mi kendisini kandırıp Meclis’e soktum? Yoksa ona “Senin kararın ne olursa olsun her zaman yanındayım” mı dedim?
Evet sevgili Merve, konuş ve gerçek nedir bunu yaz.
//www.bugun.com.tr/su-mecrasinda-akar-yazisi-1492064
SİVİL HABER
Güncelleme Tarihi: 15 Şubat 2015, 15:53