MEDYA, ERBAKAN’I BÖYLE LİNÇ ETMİŞ
28 Şubat darbesiyle hükümeti devrilen Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Ortadoğu’daki radikal örgütlerin liderleriyle cihat bildirisi imzaladığı haberlerinin gerçeği yansıtmadığı 12 yıl sonra ortaya çıktı. Resmi kurumlar, Erbakan’ın şikayetçi olduğu 7 gazeteye ceza bile vermemiş. Yargı ise, eski Başbakan hakkında, gazete haberiyle örgüt soruşturması başlatmış.
28 Şubat’ın ibretlik dezenformasyon haberlerinin ve bu haberlere karşı gerçeği açıklamaya çalışırken adeta linç edilen Erbakan’ın hikayesi gazeteci-yazar Emine Dolmacı’nın kaleme aldığı ’28 Şubat’ın Haber Dükkanı / Yalanlar’ üstüne isimli kitabında yer aldı.
Pozitif Yayınları’ndan çıkan kitapta, Erbakan’ın ‘imzalamadım’ dediği ‘cihat bildirisinin’ medya tarafından nasıl imzalamış gibi gösterildiği şöyle anlatılıyor:
SAĞCI LİDERLERE İTİBARSIZLAŞTIRMA OPERASYONU
“Adnan Menderes, Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan… Türk siyasî tarihinde sağdan gelen bütün liderler medya yoluyla itibarsızlaştırma operasyonuna maruz kaldı. Doksanlı yıllara kadar gazeteler üzerinden yürütülen operasyon araçlarına daha sonra özel televizyon, internet ve sosyal medya eklendi.
28 Şubat sürecinde Televole gibi magazin programları dahil her türlü yöntem denendi. Yalan haber ise en etkili yöntemlerin başında geliyordu. Yayınlandığı andan itibaren kitlelerin bilinçaltında oluşturulan algıyı sonradan değiştirmek mümkün olmuyordu.
Yurtiçi ve yurtdışında ses getirecek bu tür haberlerden biri 10 Nisan 2002 tarihinde yayınlandı. Haber, kişiliği nedeniyle gazetecilere ağır söz söylemeyen, kolay kolay medya etik kurumlarına ve mahkemeye başvurmayan Erbakan’ı bile çileden çıkarmıştı.
Amerikan Associated Press (AP) ve Alman Haber Ajansı’na (DPA) dayandırılan haber, Ortadoğu’daki İslamî örgütlerin liderlerinin Filistin’le ilgili yayınladığı bir bildiriden ibaretti. Haberin Türkiye’yi ilgilendiren tarafı ise bildiriye Türkiye’den de bir liderin imza koyduğunun belirtilmesiydi. İşte o liderin 28 Şubat’ın devrik başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan olduğu iddia ediliyordu.
10 Nisan 2002 tarihinde gündeme bomba gibi düşen habere göre, bildiride Erbakan’ın yanı sıra Lübnan'daki Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin ve Mısırlı Müslüman Kardeşler lideri Mustafa Meşhur'un yanı sıra Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Suriye, Fas, İran, Malezya, Yemen, Sri Lanka, Libya, Irak, Cezayir, Tunus, Güney Afrika ve Moritanya'dan İslamcı grupların liderlerinin imzası da yer alıyordu.
Ankara’daki evinden dışarı bile çıkmadığı anlaşılan Erbakan, bildiriye nasıl imza atmış olabilirdi? İmzalamamışsa zaten haber değeri yoktu. Gazeteler ve televizyonlar Erbakan’ın o bildiriye gerçekten imza atmamış olma ihtimalini değil, mutlaka imzalamış olma ihtimalinin peşindeydi. Cihat, intihar bombacısı, İslam, terör gibi unsurları Erbakan’la bir araya getiren haber kaçırılmamalıydı.
Eski Başbakan Erbakan, zaman kaybetmeden böyle bir bildiriye imza koymadığını açıkladı. Erbakan, hukukçu kurmaylarıyla yaptığı toplantıda, "Böyle bir şey yok. Bizim mücadelemiz açıktır. Bu, bizi karalamaya yönelik uydurmadır. İsrail’in yaptığı katliama tepki gösteriyoruz diye bazı merkezler ve lobiler böyle bir kampanyaya başladı. Öküz altında buzağı aranıyor. Biz demokrasi mücadelesi veriyoruz. Haberle ilgili hukuksal çalışmalara başlayın ve dava açın.” dedi. Haberi duyurduğu söylenen Associated Press (AP) ve Alman DPA Haber Ajansı’na da dava açılması talimatı veren Erbakan, yakın çevresine, "Bu yalanları bazı merkezler kasıtlı üretiyor. Biz silahlı mücadeleye karşıyız. Evimde sakin sakin oturuyorum ama yine de benimle uğraşıyorlar." diyordu.”[1]
Erbakan’ın kesin bir dille yalanlamasına, tekzip göndermesine rağmen gazeteler, televizyonlar haberleri bildiği gibi kurguladı.
AVUKATI, İMZAYI YALANLADI
Bildirinin varlığının kuşkulu olduğunu iddia eden Erbakan'ın avukatı Ahmet Özdemir, yaptığı açıklamada, "Sayın Erbakan, Ankara'da evinde bulunmaktadır. Bir gün önce hazırlandığı iddia edilen bu bildiriye fiilî olarak da imza koyması zaten mümkün değildir." dedi.[2]
Sabah Gazetesi ise DGM'de bir kez daha mahkûm olmaktan korkan Erbakan’ın, radikal dostlarıyla da ters düşmemek için avukatı aracılığıyla "İmza yok, bildiri yok" dediğini yazdı. Haberde bildirinin, geçen ay (17-23 Mart 2002) Erbakan'ın da katıldığı Suudi Arabistan'daki (“İslam ve Batı diyaloğunun geleceği” konulu) toplantıda yapılan konuşmalardan hazırlandığı, imzaların telefonla alındığı iddia edildi.[3] Erbakan’ın avukatı yurtdışıyla telefonla da görüşme yapılmadığını açıklamasına rağmen Sabah, bunu kanıtlamak yerine haberin son paragrafında “Erbakan'ın bildiriye, telefonla destek vermiş olabileceği de konuşuluyor” ifadesini kullanıyordu. Erbakan’ın internet yoluyla bu imzayı attığı iddia edildi. Bu iddia da Erbakan’ın avukatı tarafından yalanlandı.
SADECE MİLLİYET YAZMADI
Merkez medyadan sadece Milliyet Gazetesi bu habere yer vermedi. Hürriyet’in kardeşi Milliyet’in haberi yayımlamama sebebi basitti. Çünkü haberin tarafı olan kişi, birinci ağızdan net bir şekilde yalanlamıştı. Gazetecilikte bir kişiyle, kurumla ilgili bir iddia ortaya atıldığı zaman haberi yayımlamadan önce iddianın muhatabına da söz hakkı verilir. Verdiği cevaplarla iddiayı çürütüyorsa o haber yayımlanmaz. Gazetecinin elinde daha güçlü kanıtlar varsa ve iddianın muhatabı bu belgeleri çürütecek cevaplar verememişse haber yayımlanır. Haberin objektif olması için de iddiaya muhatap olan tarafın sözleri de haberin içerisinde verilir. Milliyet Gazetesi, gazetecilik meslek ilkelerine göre muhatabı tarafından yalanlanan böyle bir haberi yayımlamanın doğru olmadığını düşünmüş olmalı ki, okuyucularına duyurmadı.
Haberi güvenilirlikleriyle tanınan yabancı ajansların servis etmiş olması çok önemliydi ve sırf bu yüzden bile haber değeri vardı. Ancak Erbakan’ın sözlerinden AP ve DPA’nın Erbakan’ı arayarak o bildirideki imzanın kendisine ait olup olmadığını teyit etmediği anlaşılıyordu. Bu durumda iki ihtimal var: Ya AP ve DPA’nın kaynağı çok sağlam olmalıydı ya da bu iki ajans tam biri dezenformasyon yapıyordu.
Erbakan’ın “Dava açın” talimatını vermesinin ardından AP’nin servise koyduğu bir sonraki haber, olayın rengini netleştirmeye başlamıştı. Onlarca gazetenin manşetlerini, televizyonların ana haber bültenlerini dolduran bomba haberler 24 saat sonra asılsız çıktı! Erbakan, gerçekten de o bildiriyi imzalamamıştı.
‘HOCA NASIL OLSA İMZALAR’ DEMİŞLER!
Milliyet Gazetesi, AP’nin haberini birinci sayfasından duyurdu. Milliyet, “Erbakan’ın imzasını başkası atmış olabilir”, “Hoca nasıl olsa imzalar demişler!” başlıklı haberinde Amerikan AP ajansının, Erbakan’ın, radikal İslamcı örgütlerin Filistin için cihat ilan edilmesini isteyen bildirisini görmemiş olabileceğini açıkladığını yazdı.
Milliyet’in AP’ye dayandırdığı habere göre olayın aslı şöyleydi:
“Kapatılan Refah Partisi’nin eski lideri Necmettin Erbakan’ın, İsrail’e karşı cihat ilan eden Hamas ve Hizbullah bildirgesine attığı bildirilen imza asılsız çıktı.
Amerikan AP ajansı, Kahire’deki Müslüman Kardeşler üst düzey yöneticilerinden birinin, Erbakan’ın imzasını başkasının atmış olabileceğini söylediğini bildirdi. AP’ye telefonla bilgi veren ve adını açıklamayan Müslüman Kardeşler lideri, Erbakan’ın söz konusu bildiri metnini hiç görmemiş olabileceğini ve başka birinin "Hoca nasıl olsa imzalardı" diyerek, onun yerine imzalamış olabileceğini söyledi. Yetkili, "Eski Başbakan’ın böyle şeyleri desteklediğini biliyorduk" dedi.
Erbakan’ın avukatı Ahmet Özdemir tarafından yapılan açıklamada ise "Erbakan’ın böyle bir deklarasyondan haberi yok. Dolayısıyla Erbakan’ın içeriğini bilmediği, görmediği bir metne imza atması söz konusu olamaz." denildi.
Geçtiğimiz salı akşamı AP’nin Kahire bürosuna fakslanan bildiriye Lübnan’daki Hizbullah örgütü lideri Şeyh Hasan Nasrallah, Hamas lideri Ahmed Yasin ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in lideri Mustafa Meşhur’un yanı sıra Necmettin Erbakan’ın da imza attığı ileri sürülmüştü.”[4]
Ne yazık ki olay burada kapanmadı. Milliyet’in aksine diğer gazeteler AP’nin son geçtiği durumu düzeltme haberine rağmen ısrarla Erbakan’ı silahlı örgütlerle birlikte hareket ediyor gibi göstermeye çalışan haberlerini sürdürdü. 7 gazete, o bildiriye Erbakan’ın imza attığını ispat için adeta yarıştı.
ESKİ BAŞBAKAN’A, GAZETE HABERİYLE ÖRGÜT SORUŞTURMASI
Sonunda beklenen oldu…
Basındaki haberleri ihbar kabul eden Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Erbakan hakkında inceleme başlattı.
“Savcı Yüksel, imzalanan bildiriyle canlı bomba eylemlerinin övüldüğünü, bildiriyi imzalayan örgütlerin propagandasının yapıldığını belirledi! Yüksel, Erbakan hakkında, "örgüt mensuplarına yardım etmek" ve "örgütle ilgili propaganda yapmak" suçlarını tanımlayan 7. madde kapsamında inceleme başlattı. 7. madde, "yardım" ve "propaganda" eylemini gerçekleştirenlerin 1 yıldan 5 yıla kadar ağır hapsini öngörüyordu.”[5]
Bir iddia, gazetecilik meslek ilkelerine göre sağlam delillerle desteklenmiyorsa dünyanın hiçbir yerinde haber olamazken, o dönemde Türkiye’de manşet atmak için bir iddia bile yeterliydi. Birçok savcı da, “Siz şu konuyu haber yapın, biz de ihbar kabul edip soruşturma başlatalım” diyordu. Olmayan delili gazeteler haber kupürüyle oluşturuyor, hukuk da devreye girerek müdahalede bulunuyordu.
Buradaki amaç, Erbakan’ın RP davasını götürdüğü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden lehte karar beklentisini tersine çevirmek, bir yıl sonra siyasî yasağının kalkmasını engellemekti.
Bu ispatlanamayan haberler nedeniyle gerek siyasîlerden gerekse kamuoyunun belirli kesimlerinden Erbakan’a çok büyük tepki geldi.
ERBAKAN, 7 GAZETEDEN ŞİKÂYETÇİ OLDU
Bunun üzerine Erbakan, ilk defa Basın İlan Kurumu’na başvurarak Hürriyet’in[6] “Cihat bildirisinde Erbakan imzası”, “Bu da mı yalan hoca”, “Peki buna ne demeli” başlıklı haberleri ile başyazar Ertuğrul Özkök’ün “Çadır hiyerarşisi” başlıklı yazısı;
Sabah’ın “Cihat çağrısında Erbakan imzası”[7] ve “Fena sıkıştı”[8] başlıklı haberleri ile Sedat Sertoğlu’nun “Şaşırmadım…”[9] başlıklı yazısı;
Radikal’in “Erbakan’dan İsrail’e cihat çağrısı”[10], “Erbakan da cihada çağırdı” başlıklı;
Posta’nın “İşte gerçek Erbakan”[11] başlığıyla verilen haber ile Yazgülü Aldoğan’ın “Cinnet hali yayılıyor” başlıklı köşe yazısı;
Takvim’in “Müthiş iddia”[12] başlıklı haberi ile Ortadoğu ve Gözcü gazetelerinin yayımları için şikâyetçi oldu.
Basın İlan Kurumu, haber ve yazılarla ilgili incelemeyi yaparken 24 saat sonra Erbakan haberinin yalan olduğunu ortaya çıkaran haberleri dikkate almadı. Gazetelerin savunmalarında ve Kurum’un kararlarında Erbakan haberleri AP’nin bültenine dayandırıldı. Oysa AP’nin tercüme edilerek kuruma sunulan bülteninde Erbakan’ın adı geçmiyor. Bazı gazeteler Erbakan adını AP’nin ofisini arayarak temin ettiklerini ifade etmesine rağmen hem gazetelerin savunmasında hem de Basın İlan Kurumu’nun yönetim kurulu kararında, Erbakan ismi sanki AP bülteninde geçiyormuş gibi yansıtıldı.
Basın İlan Kurumu, olayı netleştirmek amacıyla AP ve DPA’yı arayarak birinci elden bilgi, belge istemedi. Basın İlan Kurumu gibi etik bir kurumun iki buçuk ay süren inceleme sırasında şikâyete konu olan haberlerin kaynağını telefonla dahi arayarak bilgi almaması ilginçti. Basın İlan Kurumu yetkilileri, AP’nin sonradan geçtiği ve Erbakan’ın bildiriye imza attığı iddiasını çürüten haberini ve bunu geniş bir şekilde yayımlayan gazeteleri görmezden geldi.
Basın İlan Kurumu’nun aramadığı DPA Kahire bürosuyla 11 yıl sonra iletişime geçtik. DPA sorumlusu Anne Beatrice Clasmann, üzerinden 11 yıl geçen bu haberin tüm detaylarını hatırlamadığını söyledi. Bayan Clasmann, “Nisan 2002'de elimize geçen bildiride Bay Erbakan imza atanlar arasında 6. sıradaydı. Sonra biz bildirinin sahihliğini, o zaman Mısır'da Müslüman Kardeşler'in resmi sözcüsü olan Bay Mamoun Al-Hodeibi'yi arayarak doğruladık.” dedi.
Bayan Clasmann, büyük bir nezaketle bizim için arşivden 10.04.2002 tarihli o haberi buldu ve bir örneğini mail attı. Bayan Clasmann’ın belirttiği gibi o haberde Erbakan’ın adı geçiyordu.
AP ise adını açıklamayan Müslüman Kardeşler liderine dayandırdığı haberinde, “Erbakan’ın söz konusu bildiri metnini hiç görmemiş olabileceğini ve başka birinin "Hoca nasıl olsa imzalardı" diyerek, onun yerine imzalamış olabileceğini” duyurmuştu. Ancak DPA’dan Clasmann ise haberi Müslüman Kardeşler’den teyit ederek servis ettiğini ifade ediyordu. Bu durumda Müslüman Kardeşler, AP’ye farklı DPA’ya farklı demeç mi vermişti? Bu soruyu da Bayan Clasmann’a sorduk ancak cevap alamadık. Bu çelişkiyi Türk gazeteciler de sorgulama ihtiyacı hissetmemişti.
Bayan Clasmann’ın belirttiği gibi ortada elle atılmış bir imza yoktu. Zaten DPA’nın tercüme ettirdiğimiz haberinin son bölümünde Müslüman Kardeşler’in sözcüsü Mamun el Hodeybi, bildirinin çok sayıda ve çeşitli şahsiyetlerden gelen, telefon ve internet üzerinden temaslarla onaylandığını belirtiyor. Gerçekten ıslak imza yok.
İşin komik tarafı, bizim bazı gazeteler Erbakan isminin karşısına atılmış imzanın yer aldığı bazı kupürler yayınladılar. Ortada elle atılmış imza yoksa o imza neyin nesiydi? Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığı’na bağlı herhangi bir laboratuvarda o imzanın Erbakan’a ait olup olmadığı kolayca anlaşılabilirdi. Islak imza olmadığı için zor olurdu ama grafologlar ana hatlarıyla o çizgilerin, karakterlerin Erbakan’a ait olup olmadığını tespit edebilirdi. Hiçbir gazeteci kriminal polis laboratuvarına başvurmadı.
Amerikan AP ajansı, Müslüman Kardeşler’e dayandırdığı haberinde Erbakan’ın söz konusu bildiri metnini hiç görmemiş olabileceğini ve başka birinin "Hoca nasıl olsa imzalardı" diyerek, onun yerine imzalamış olabileceğini duyurdu. Alman DPA ise yine Müslüman Kardeşler’e dayandırdığı haberinde internetle ve telefonla toplanan bir sanal imzadan bahsediyor. AP haberinde elle atılmış bir imza söz konusu iken, DPA haberinde sanal imzadan bahsediliyor! Müslüman Kardeşler, AP ve DPA ile dalga mı geçmişti yoksa uluslararası ajanslar bir dezenformasyon mu yapmıştı? Bu karmaşa 11 yıl sonra bile netleşmedi.
Basın İlan Kurumu, birkaç yazışma ve telefon görüşmesiyle bu haberin gerçek mi, dezenformasyon mu olduğunu kolayca bulabilirdi. Ancak kurumun ve Türk gazetecilerin bu yönde çaba harcamadığı anlaşılıyor. Erbakan haberleri incelenirken bu çelişkiler göz önüne alınmadı. Erbakan’ın yalanlamasının ve AP’nin de düzeltme haberi geçmesinin ardından bile imzanın Erbakan’a ait olduğu ısrarının sürdürülmesi, bu yönde günlerce yayın yapılması maksatlıydı.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: “SİVİL TOPLUM VE ASKER BİRLİKTE KURTARDI”
Basın İlan Kurumu ise kararında, Hürriyet’in “… bir Türk politikacısı ile ilgili olup biten gerçekleri kamuoyunun gözleri önüne serme amacıyla yayınlanmıştır” dediği “Cihat bildirisinde Erbakan imzası”, “Bu da mı yalan hoca”, “Peki buna ne demeli” başlıklı haberlerini Müslüman Kardeşler örgütü üst düzey yetkililerinin Erbakan’ın adının geçtiğinden habersiz olabileceği ifadesini de verdiği için haberde tam bir objektiflik sağlandığını belirtiyor. Hatta yazıları tam bir kamu yararı olan ‘haber’ niteliğinde kabul edip, Hürriyet’e müeyyide uygulanmasına mahal olmadığına karar verdi.”
Oysa Basın İlan Kurumu’nun ‘haberde tam bir objektiflik sağlandı’ dediği bölüm, haberin temelinin çürüdüğü, asılsız hale geldiği, güvenilirliğini yitirdiği aşamaydı.
Erbakan, Hürriyet’in birinci sayfadan ‘Çadır Hiyerarşisi’ başlığıyla anonsladığı başyazar Ertuğrul Özkök’ün “Allah bizi korumuş”[13] başlıklı köşe yazası için de şikâyetçi oldu.
Ertuğrul Özkök, Erbakan'ın cihat bildirisine birlikte imza attığı örgüt ve kişilerin listesinden bahsederek Türkiye'nin 28 Şubat'ta nasıl bir badireden kurtulduğunu yazıyordu! Özkök’ün, 28 Şubat’taki silahsız kuvvetlerle silahlı kuvvetlerin işbirliğine vurgu yaptığı yazısı da AP’ye dayandırılarak tamamen eleştiri sınırları içinde kalan bir yazı olarak değerlendirildi.
OLAĞAN ŞÜPHELİ MUAMELESİ
Posta Gazetesi ise Basın İlan Kurumu’na haberle ilgili güçlü kanıtlar sunmak yerine Erbakan’a olağan şüpheli muamelesi yapan bir savunma gönderdi:
“Haber içeriği müştekinin geçmiş davranışları ile örtüşmektedir. Bu konuda hemen hepimizin hafızalarında tazeliğini koruyan ve ülkemiz açısından da yüz kızartıcı bir durum olan Libya lideri Kaddafi’nin çadırında yaşananları anımsamak yeterlidir. Türkiye Cumhuriyeti başbakanı sıfatıyla konuk olarak bulunduğu Libya’da Libya lideri Kaddafi’nin başında bulunduğu İslam Halk Komutanlığı başkan yardımcısı olduğu ilan edilmişti. Ve müşteki de bu duruma sessiz kalarak geçiştirmişti. Keza, “İslam Dinarı”, “İslam Ortak Pazarı” sözlerinin mucidi müştekidir. Lideri olduğu üç partinin de Anayasa Mahkemesi tarafından, dinin politikaya alet edilmesi gerekçesiyle kapatıldığı ve kendisinin de halen siyasî yasaklı olduğu göz önüne alındığında, şikâyete konu haber içeriği ile müştekinin geçmişteki davranışlarının bire bir örtüştüğü kolayca görülmektedir…”
Sonuç; Posta Gazetesi’nin haberinde basın ahlak esaslarına aykırılık bulunamadı.”
Radikal Gazetesi de Posta’nın savunma yazısının sertliğinde bir yazıyla iddiaları reddetti.
Sabah’ın savunmasında ise “Şikâyete konu olan haber/yazılar, resmî niteliği bulunan 10.04.2002 tarihli DPA haberine dayanılarak oluşturulmuştur” denilerek, bir skandala imza atılıyordu. Sabah “Basına; emniyet müdürlüğü ve Anadolu Ajansı gibi güvenilir kaynaklardan alınan haberlerin doğruluğunu araştırma yükümlülüğü yüklenemez. Resmî nitelikteki bültene dayanılarak objektif bir biçimde verilen haber hukuka uygundur.”[14] diyerek DPA’yı resmî niteliği bulunan bir ajans sınıfına sokuyordu. DPA resmî bir ajans ama Almanların resmî ajansı! Türkiye’de haberleri mahkemede delil kabul edilen tek bir ajans var, o da Anadolu Ajansı. Zaten bizim yüksek yargı kararları da Alman haber ajansından gelen haberi araştırmadan yayınlayın, yükümlülüğü yok demiyor.
Sabah hakkında da müeyyide uygulanmasına mahal olmadığına karar verildi.
Basın İlan Kurumu, 7 gazetenin hiçbirine ceza vermedi. Erbakan’ı haksız buldu. Böylece, Erbakan’ın 28 Şubat sürecinde Basın İlan Kurumu’na yaptığı tek başvuru da sonuçsuz kaldı. Güçlü kanıtlardan yoksun haberler etik sınırlar içinde kabul edildi ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirildi.
GÖRÜL(E)MEYEN ÇELİŞKİLER…
Neredeyse bütün gazeteler savunmalarında, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in soruşturma başlatmasını işaret ederek olayın gerçeklik vurgusunu artırmaya çalıştı. Oysa Savcı Yüksel, bu haberler üzerine soruşturma başlattı; Yüksel’in soruşturması üzerine haber yapılmadı.
Gazeteler, o haberleri 11-12 Nisan 2002 tarihinde, aynı günlerde yayınladığı halde savunmalarında hep birbirlerinin haberini delil gösterdi. Her gazetenin haberi hukuken kendini bağladığı halde Kurum karar verirken bu gereksiz bilgiyi değerlendirmeye aldı. Oysa ilerleyen sayfalarda görüleceği gibi ceza gerektiren bir haberin başka yerlerde çıkmış olması sonucu etkilemez. Kurum, Erbakan haberlerinde tam tersini savundu ve başka yerlerde de çıkan haberi haberin güvenirliğini artıran bir unsur olarak kabul ederek, kendi kararlarıyla da çelişti.
Bazı gazeteler Yargıtay’ı kaynak göstererek “Bir gazeteci ilk bakışta kendisine doğru gibi gelen bir haberi, yazıyı alarak kamuoyuna sunabilme hakkına sahiptir. Kendisinden bir savcı gibi araştırma yapması beklenemez” şeklinde savunma yaptılar. Yargıtay’ın hangi içtihadından alındığı belirtilmeyen kararın veriliş nedenine bakmak gerekiyor. Tam tersine bir gazeteci, bir savcı gibi araştırma yapar, elde ettiği bilgileri en az iki kaynaktan doğrulatır. Aksi halde yayınlamaz. Meslekî kurallar böyle diyor.”
[1] Abdullah Karakuş / Ankara/ Milliyet Gazetesi, 12.04.2002
[2] Hürriyet Gazetesi, 11.04.2002,
[3] Sabah Gazetesi, 12.04.2002, Hoca iki ateş arasında
[4] Milliyet Gazetesi, 12 Nisan 2002
[5] Milliyet Gazetesi, 12 Nisan 2002
[6] Hürriyet Gazetesi, 11-12 Nisan 2002
[7] //arsiv.sabah.com.tr/2002/04/11/s0121.html
[8] //arsiv.sabah.com.tr/2002/04/12/s1814.html
[9] Sabah Gazetesi, Sedat Sertoğlu’nun köşe yazısı
[10] Radikal Gazetesi, 11.04.2002
[11] Posta Gazetesi, 11.04.2002
[12] Takvim Gazetesi, 11 Nisan 2002
[13] Hürriyet Gazetesi, Ertuğrul Özkök’ün köşe yazısı, 11.04.2002
[14] Sabah Gazetesi’nin savunmasından: (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin, 11.11.1996 tarihli, 1996/9010 esas, 1996/11109 sayılı kararı)
(milligazete.com.tr)
SİVİL HABER
Güncelleme Tarihi: 27 Şubat 2014, 13:52