UHİM, “AVRUPA’DA AYRIMCILIK SORUNU” RAPORU HAZIRLIYOR!
Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM), “Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık: Nefret, İslamofobi ve Irkçılık” başlıklı rapor çalışması kapsamında gerçekleştirilen Avrupa ziyaret programının Fransa, Almanya ve Belçika’yı kapsayan birinci etabını tamamladı. 11-18 Aralık 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilen programa ilişin detaylar, bugün gerçekleştirilen bir basın toplantısı ile kamuoyuyla paylaşıldı. Tarihi Üsküdar Balaban Tekkesi’nde gerçekleştirilen basın toplantısında açıklamayı UHİM Genel Sekreteri Veysel Başar yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık: Nefret, İslamofobi ve Irkçılık” başlıklı rapor çalışmamız kapsamında Avrupa ziyaret programının birinci etabı tamamlanmış, UHİM heyeti 11-18 Aralık 2013 tarihleri arasında Fransa, Belçika ve Almanya’da çeşitli kurum ve kuruluşlarla temas kurmuş ve bu alandaki çalışmalarıyla bilinen pek çok akademisyenle görüşmeler gerçekleştirmiştir. 12-13 Aralık 2013 tarihlerinde Paris’te gerçekleştirilen ve University of California Berkeley tarafından organize edilen “İslamofobinin Avrupa ve Amerika’da Tanınması Etrafındaki Meseleler ve Tartışmalar” adlı akademik toplantıyı takip eden heyetimiz, Fransa, Almanya ve Belçika’daki görüşmelerinin ardından Avrupa ziyaret programının ilk etabını tamamlamıştır. Öte yandan hazırlıkları devam eden rapor çalışmaları kapsamında konu ile ilgili yayımlanmış rapor çalışmaları ve ulusal/uluslararası medya kanallarında yayımlanan konuyla ilgili haberler incelenmiş, geniş bir kaynak taraması yapılmıştır.
Gerek 11-18 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen görüşmelerimiz, gerek diğer yollarla elde edilen veriler değerlendirildiğinde, Avrupa’da ayrımcılık sorununun ürkütücü boyutlara ulaştığı görülmektedir. Yabancı kökenlilerin ve özellikle Müslüman nüfusun maruz kaldığı söz konusu uygulamalar şu şekilde sıralanabilir:
Yabancı kökenliler, Avrupa ülkelerinde nüfuslarıyla kıyaslanamayacak ölçüde düşük bir siyasi temsile sahiptir. Bu durumun başlıca sebepleri; uzun yıllardır bu yönde uygulanan devlet politikaları, yabancı kökenlilerin siyasal katılımını teşvik edecek politikaların geliştirilmemiş olması ve yabancıların eğitim seviyesinin düşük oluşudur. Siyasal temsilin yanısıra, 3 milyon Türkün yaşadığı Almanya’da, 6 milyon Mağripli ve 2.5 milyon Afrikalının yaşadığı Fransa’da, ve 1 milyona yakın yabancı nüfusu barındıran Belçika’da, üst düzey bürokrat, yerel yönetici, kamu görevlisi gibi ülkenin karar mercilerinde söz sahibi olan yabancı kökenliler nüfuslarıyla kıyaslanamayacak kadar düşüktür.
Yabancılara ilişkin konularla ilgili yasal düzenlemeler önyargılı, yetersiz ve hakkaniyetten uzak bir anlayışla sürdürülmektedir. Örneğin Almanya’da yabancılarla ilgili yasal düzenlemeler kamu güvenliği ve polislerle ilgili kanunlar arasında yer almakta, yani Almanya yabancılarla ilişkilerini güvenlik meselesi üzerinden görmektedir. Bu ülkelerde antisemitizm ve homofobi alanında gerekli yasal düzenlemeler yapılmakta, siyaset, akademi ve sivil toplum alanında yeterli düzeyde çalışmalar sürdürülmekte ise de, benzer bir çabanın Müslümanları hedef alan ayrımcı politikalara ve uygulamalara karşı sürdürüldüğünü söylemek mümkün değildir.
Müslümanların maruz kaldığı ayrımcı uygulamalar, nefret içerikli söylemler ve fiziksel saldırılar “İslamofobi” kavramıyla ele alınmaktadır. Ancak “İslam korkusu” anlamına gelen bu kavram mevcut durumu yansıtmamakta, Müslümanların maruz kaldığı sistematik ayrımcılık ve şiddete bakıldığında korku değil düşmanlığın söz konusu olduğu görülmektedir.
Eğitim alanında yabancılara karşı uygulanan ayrımcılık anaokulu safhasından başlamakta ve çok acı sonuçlar doğurmaktadır. Çocukların akademik hayatını tayin etmekte belirleyici rolü olan ve henüz ilkokul çağında gerçekleştirilen yönlendirmelerde çiftestandart uygulanmaktadır. Fransa ve Almanya’da yabancı kökenli ailelerin çocukları Türkiye’de “özel eğitim”e tekabül eden ve zeka geriliği yaşayan çocukların eğitim aldığı okullara yönlendirilmektedir. Yapılan görüşmelerde bu yöndeki uygulamaların uzun yıllardır devam ettiği, gerek hukukçulardan, gerek sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden, gerek velilerden alınan bilgi ve tanıklıklarla tesbit edilmiştir.
Avrupa’da Müslümanların maruz kaldığı ayrımcı uygulamalar gündelik hayatın her alanına sirayet etmiş durumdadır. Örneğin Müslüman aileler ev kiralamakta zorlanmakta, başörtülü ya da sakallı bir Müslüman bu görünüşü sebebiyle işten çıkartılmakta, isminden Müslüman olduğu anlaşılanların iş başvuruları çoğunlukla dikkate alınmamakta, okul idareleri düzenledikleri organizasyonlara Müslüman velilerin katılmasını engellemekte, başörtülü bayanlar fitness, havuz vb. spor komplekslerine kayıt yaptırırken sıkıntı yaşamaktadır. Bu tip sıkıntılar Avrupa ülkelerinde son derece sıradan ve hemen her gün karşılaşılan sıkıntılar olarak kayıtlara geçmektedir. Son dönemde Türkiye’nin gündemine gelen Almanya’da erkek çocuklarının sünnet ettirilmesinin yasaklanması da bu kapsamda hatırlanabilir.
Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde faaliyet gösteren Gençlik Daireleri, son derece basit nedenlerle yabancı kökenli çocukları ailelerinden koparmaktadır. Resmi veriler Gençlik Daireleri tarafından alınan çocuk ve gençlerin büyük çoğunluğunun yabancı kökenli Müslüman ailelere mensup olduğunu ortaya koymaktadır. Çocuklar uzun süre aileleriyle görüştürülmemekte, kendi inanç ve kültür değerlerine uzak ailelere verilmekte ve mahkemeler de kararlarını Gençlik Dairelerinin raporları doğrultusunda vermektedir. Gençlik Dairelerinin bu ayrımcı politikaları sebebiyle çocukları ellerinden alınan ve büyük bir mağduriyet yaşayan ailelerin sayısı onbinlerle ifade edilmektedir. Bununla birlikte bu ülkelerde İslamofobi alanında çalışma yapan kişi ve kuruluşların birçoğunun bu soruna gereken ilgiyi göstermediği, hatta bir kısmının bu sorunun varlığından dahi habersiz olduğu acı bir gerçektir.
Irkçılığı politika olarak benimseyen, İslamofobik politikalarıyla bilinen partiler Avrupa’nın pek çok ülkesinde iktidar ya da iktidar ortağı olmuş ve olmaktadır. İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre bu ülkelerden birkaçıdır. Dolayısıyla bu anlayışın toplum tabanında da çok yaygın olarak kendisine zemin bulduğunu söylemek mümkündür. Örneğin Alman Federal Bankası (Deutsche Bundesbank) eski yönetim kurulu üyesi ve SPD partisi üyesi Alman siyasetçi Thilo Sarrazin’in kaleme aldığı ve Türklere hakaretlerle dolu “Deutschland Schafft Sich Ab / Almanya Kendini Yok Ediyor” adlı kitap Almanya’da 2 milyon satmıştır. Daha da vahimi toplumun üçte ikisi Sarrazin’in yazdıklarının doğru olduğunu düşünmekte ve yapılan anketler Sarrazin’in parti kurması halinde %18-25 bandında bir oy oranına sahip olacağını ortaya koymaktadır.
Yabancılara karşı beslenen kin ve nefret sebebiyle Avrupa’da her yıl yüzlerce şiddet olayı gerçekleşmekte, bu olaylar can ve mal kaybına sebebiyet vermektedir. Hemen her gün yabancılara ait bir ev, işyeri ya da araç kundaklanmakta, ibadethanelere çeşitli saldırılar düzenlenmekte, insanlar dış görünüşü sebebiyle sözlü/fiziksel saldırı ve tacize maruz kalmaktadır. Belçika’da gerçekleşen ırkçı saldırı ve nefret içeren eylemlerin %80’den fazlası Müslümanları hedef almaktadır.
Burada kısaca değindiğimiz bu konular hazırlıkları sürmekte olan raporumuzda detaylı olarak ele alınmakta, sorunlar ayrıntılarıyla ortaya konmakta ve çözüm önerileri sunulmaktadır. Avrupa’da ayrımcılık sorununun ortadan kaldırılması için hayata geçirilmesi gerektiğini düşündüğümüz çözüm önerilerini raporumuzda kapsamlı bir şekilde ele almaktayız. Bununla beraber birkaç madde ile ifade edilmesi gerekirse:
Avrupa devletleri, topraklarına gelen ve nesillerdir kendi ülkelerinde bulunan yabancı kökenli vatandaşlarını artık kendi öz unsuru olarak kabul etmeli ve kıtaya sonradan gelen milyonlarca insana diğer vatandaşlarıyla eşit şartlarda muamele etmelidir.
Yabancı kökenlilerinin haklarını koruyacak yasal düzenlemeler hızlı bir şekilde hayata geçirilmeli, yabancıların tehlike altında olan can ve mal güvenlikleri sağlanmalıdır.
Siyaset mercileri ve medya organları aracılığıyla özellikle Müslümanlar üzerinden suni algılar oluşturmaktan vazgeçilmeli, bu suni algılarla oluşturulan korku kültürünün bertaraf edilmesi için kuşatıcı bir tavır sergilenmelidir.
Avrupa devletleri, barış, hoşgörü, bir arada yaşama kültürü, farklı inançlara saygı gibi evrensel değerleri hakkıyla temsil ettiğini göstermeli, bu noktada ikna edici bir yaklaşım sergilemelidir.
Avrupa ülkelerinde yaşayan yabancı kökenliler maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı gerekli duyarlılığı göstermeli ve sorunların çözümü noktasında inisiyatif almalıdırlar. Ancak bireysel duyarlılıkların yaşanan sistematik ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yetmeyeceği bilinmeli, bu sebeple bu alanda kalıcı kurumsal çalışmalar yapılmalı ve siyasal katılım arttırılmalıdır.
Avrupa’da bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ortak bir hedef doğrultusunda faaliyet gösterildiği unutmamalı ve koordinasyon içerisinde hareket etmelidir.
İslamofobi konusunda daha fazla akademik çalışma gerçekleştirilmeli ve bu alanın uluslararası kamuoyunda etkin bir şekilde tanınması sağlanmalıdır.
Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi/İstanbul
SİVİL HABER
Güncelleme Tarihi: 17 Ocak 2014, 14:01