Günümüz toplumlarında, sosyal ihtiyaçlara çözüm üretmek için, benzer düşünceye sahip bireylerin/gurupların düşünce ve emeklerini bir araya getirerek oluşturdukları sivil yapılanmalara STK (Sivil Toplum Kuruluşu) adı verilmektedir. Ne var ki, masum ve meşru ihtiyaçların giderilmesi düşüncesiyle hayatımıza girmiş olan STK anlayışı, zamanla, hakkaniyetli olmayan bireysel ve gurupsal çıkarlara erişebilmek maksadıyla kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, bazı kişi ve guruplar, bilerek ya da farkında olmadan, kendi amaç ve varlıklarını ayrıcalıklı ve tartışılmaz bir mevzide konumlandırabilmek için, toplumun kahir ekseriyetine ait ortak inanç ve kültürel değerleri temsil eden kavram ve sembolleri kullanmakta bir beis görmemektedirler.
Sağlıklı bir toplumsal yapının ve geleceğe etki edebilme potansiyelinin bu ortak değerlerin insanları etkileyebilme gücü ile çok yakından alakalı olduğu aşikârdır. Yaşadığımız toplumu da ayakta tutan kendine ait böylesi değerleri vardır. Gelenekler, örf ve adetler, inanç değerleri gibi… Bahsettiğimiz bu dinamikler, ait oldukları toplumların karakterlerini oluşturdukları için toplum içerisindeki herhangi bir grup, hizip, cemaat veya yapının tek başına inhisarına bırakılmaz; çünkü bu dinamiklerin temsili tüm topluma aittir.
Bu değerler bir dizayn politikasına tabi tutulamayacağı gibi, bilerek veya bilmeyerek herhangi bir lokal amacın payandası haline de getirilemezler. Hal böyleyken toplumda faaliyet gösteren bazı yapıların son dönemlerde kendilerini ve yandaşlarını tavsif ederken kullandıkları ifadeler son derece dikkat çekicidir. Ki biz bunlardan özellikle ‘Müslüman STK’ veya ‘İslami STK’ kalıbı üzerine ilginizi yoğunlaştırmak istiyoruz.
Son dönemlerde sıkça işitmeye başladığımız ‘İslami STK’lar’ veya ‘Müslüman STK’ kavramları; ayrıştırıcı ve dışlayıcı anlayışı ihtiva etmesi bakımından olduğu gibi, bazı kişi ve grupların tasarrufunda olduğu izlenimi yaratıyor olması bakımından da sakıncalı ve sorunludur. Yakın tarihimiz, ortak değerlerin istismar edilmesi nedeniyle yaşanmış acı tecrübelerle doludur. İnsanlığa ait ortak değerler bile kişi ve gurupların özel malı gibi işlevselleştirildiğinde oluşan toplumsal hasarlar bilinmekteyken, ortak inanç değerlerinin bu amaçla kullanılmasının vahim sonuçlar doğuracağı unutulmamalıdır. Çünkü inanç değerleri tartışılmaz niteliğe sahip olması hasebiyle, bu inanç değerlerini kendi tasarrufu altına alarak iş gören kişilerin de tartışılmazlığı sözkonusu olacak, bu kişilerin hatalı ve kusurlu eylem ve söylemlerin de ortak değerlere mal edilmelerine yol açacaktır.
Ne demektir ‘Müslüman STK’ veya ‘İslami STK’ olmak? Bunun bir ölçüsü var mıdır? Varsa bu ölçüyü kimler nasıl belirlemektedir? Bu etiketi kim, hangi yetkiyle verir/alır? Toplumsal meşruiyetin kaynağı bu tarz ifadeleri hoyratça kullanan ve sahiplenen yapıların inisiyatifine ve inhisarına mı bırakılmıştır? Nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan bir ülkede bu ifadeler kullanılarak topluma nasıl bir fayda sağlanmaktadır? Bu tarz yönlendirmeler ülkemizde uygulanmak istenen yeni bir senaryonun işaret fişekleri olabilir mi? Bu tanımlamalarla var olduğu düşünülen hangi nakısa tamamlanmaktadır?
Bu soruların cevapları üzerinde hep birlikte düşünmek durumundayız. Bilinmelidir ki toplumumuza ve tüm insanlığa ait ortak değerleri muhafaza etmek ve bu değerleri kimsenin tasallutuna bırakmadan, hiçbir menfaat politikasının müzesi haline getirilmesine müsaade etmemek, toplumun her kesimine ait önemli bir sorumluluktur. ‘İslami STK’ ya da ‘Müslüman STK’ tanımlaması, bu ülkenin ortak Müslüman kimliğine zarar vermektedir. Bu tarz tanımlamalar, seküler anlayışın getirdiği bir sonuç olarak Müslümanları bir azınlık statüsünde görmeyi beraberinde getiren, milletimizin ve yaşadığımız toprakların İslam kimliğini ıskalayan bir mantık doğurmaktadır. Müslümanları azınlık mertebesine indirgeyen, bu tarz kompleksli tanımlamaların emperyal küresel sistemin ‘böl-parçala-yut’ prensibine hizmet ettiği unutulmamalıdır.
SİVİL HABER