Prof. Dr. Nazif Gürdoğan "Şehirler medeniyetin senfonisidir."
Şehirler medeniyetin aynalarıdır, diğer bir değişle onların yüzleridir. Necip Fazıl Kısakürek orkestra kelimesini ve manasındaki o bütünlüğü bir çok yerde vurgulamıştır. NFK için orkestrayı o bütüncül yapısına, bir intizam içerinde işleyen, rağmen kesinlikle ordu ile bir tutmamıştır. Orkestra kesinlikle bir ordu değildir. Çünkü ordu başındaki tarafından yönetilen bir oluşumdur, fakat orkestra birbirinden güç alarak bütünlüğünü sağlayan, her bir enstrümanın birbiri ile uyumu dahilinde çalışabilen bir bütündür. Bu nedenle NFK şehirleri birer senfoniye benzetir ve bir orkestra gibi çalışması gerektiğini öğütler çünkü şehirler bir ordu gibi yönetilen kurumlar değil bir orkestra gibi birbirleri ile birlikte çalışan kurumlardan meydana gelen sanki bir vücut gibi bütün organları ile organize halde çalışır.
Bu anlamda insan en koordinasyonlu ve düzenli çalışan yapıdır ve şehirlerimizde adeta bir insan vücudu gibi çalışmalıdır. Erdemli şehir insan vücuduna benzer. Muazzam bir koordine ve düzen mevcuttur.
Günümüzde öne çıkan iki kavram vardır bunlar: Modern Şehir ve Eski Şehir’dir. Modern Şehir Maslak-Levent gibi adeta isyan edercesine ve gökleri delercesine yükselir fakat Eski Şehir’de uyum ve denge kavramları öne çıkar. Hiçbir yapı ağaçlardan daha yüksek inşa edilmemiştir. Ağaçlar baz alınarak bir şehir olgusu oluşturulmuştur. Bu sayede yeşilin güzelliği uyumun harmonisi olmuştur.Ağaçlar hem sanatın hem de mimarinin ana öğesidir. Şehri kafamızda tasvir ederken bir ağaç gibi şekillendirmeliyiz. İnorganik, lineer bir büyüme değil organik bir büyüme olması gerekendir şehirlerimiz için. Ağaç topraktan alır ve insana verir. Şehirde bu olgu çerçevesinde kurulmalıdır.
Sürdürebilirlik için doğallık şarttır. Mimari büyümede, ekonomik büyümede doğal olmalıdır. Ekologlar diyor ki büyüme sınırsız değildir. Sınırsız olsaydı ağaçlar, insanlar, gökdelenler göğe değerdi. Bunun gibi yeryüzü de sınırsız değildir. Şehirler oluşturulurken çevreye saygılı şehirler oluşturulmalı.
Şehrin temelini üç ana yapı oluşturur.
• Okul
• Çarşı
• Camii
Üç yapıda odak olmalı. Çarşısız caminin gücü ve etkisi olmaz. Etkisizdir. Camisiz çarşı ise ilkesizdir. Eğitim ise bir şehrin bağlayıcı üçüncü ayağıdır. O sebeple Türkiye’de etiksizlikte, eğitimsizlikte, meslekisizlikte hep bizim sorunlarımız arasındadır. Bir diğer sorun ise savurganlık, israf ve yoksulluktur. Gökdelenler birer rant yarışlarıdır. Topraktan uzaklaşan insanlar zamanla Allah’tan, hayattan ve kendi değer yargılarından uzaklaşmaktadır. Dünyanın hiçbir şehrinin dayanamadığı bir Manhattanlaşma söz konusudur. Türkiye’dede bu akımla birlikte her geçen gün çok daha fazla Manhattan’a benzemeye başlamıştır tıpkı Singapur, Paris, Frankfurt gibi. Fakat Avrupa’nın bizden farkı şudur ki onlar bu tip yapılaşmanın olduğu yerleri yalnızca belirli bir bölgede toparlamıştır. Maalesef biz bu ayrımı sağlayamamışızdır. Londra bu anlamda iyi bir örnek sayılabilecek ve kendi şehir kimliğini en fazla muhafaza edebilen şehirlerden biri olmaktadır. Ayrıca toplu tasıma sistem çözümü başarılı bir şehir örneğidir. İyi bir şehircilik kentte trafiği yer üstünden yer altına alarak şehrin daha fazla yayalaşmasını sağlamak ve aynı zamanda toplu taşıma sisteminin yaygınlığına özen göstermekten geçmektedir.
İlk şehir Medine, ilk şehircilik ise Mekke’dir. Şehirciliğimizde ölçümüz Mekke’nin harem bölgesi gibi olmalıdır. Hiçbir ağaç kesilmemeli ve çevreye saygılı olunmalıdır. Şehirlerimizi oluştururken estetiğe önem vermeliyiz. Peygamberimiz (sav) mezar kazdırırken tümsek şeklinde duran betonun düzeltilmesini istemiştir. Defin işlemi bitikten sonra sahabeler Peygamberimiz (sav) e defin için bir mahsuru olu olmadığını sormuşlar ve Peygamber Efendimiz (sav) göze hoş gözükmediğini söylemiştir. Bizler yerin altındaki estetiğe dahi önem veren bir Peygamberin ümmetiyiz. Yerin altı bu kadar önemli ise yerin üstü fevkalade olmalıdır. Göze hoş gözükmeyen hiçbir şeye yer verilmemelidir. Bir Hadisi Şerif de söylendiği gibi Allah (cc) güzeldir, güzeli sever. Güzelliğin olmadığı şehirlerde insanların ve hayatın canlı olabilmesi mümkün değildir.
Şehirlerin sahibi o şehirde yaşayanlar değil zamanında oralarda yaşayan değerli zatlar vardır ve onlar şehrin koruyuculuğunu üstlenirler. Bu sebeple onları odak noktansa koymalıyız. Bu koruyucular sebebiyle şehirler bazen Mekke veya Kabe ruhlu şehirler olarak adlandırılırlar.
Şehirlerimizi yaşar kılmak istiyorsak, onlar her yerde güzelliği, iyiliğin, dürüstlüğün satılıp alındığı bir yapıya dönüştürmek zorundayız.
Korkunun olduğu yerde ümit olmaz b sebeple korku ve düşman üreten bir yapıyı ümit ve güven üreten bir yapıya dönüştürmemiz gerekmektedir. Ayrıca bir yerde özgün bir yapı görmek istiyorsak mekan özgür olmalı.
Şehirleri değiştirmek yaşanır kılmak zorundayız. Şehirleri değişmeden değiştirmeliyiz. Biz kökleri mazide olan ahileriz der Yahya Kemal. Eskiyi dışlamadan yeniyi güzelleştirmek gerekir. Bir şeyin aynı kalmasını istiyorsak değiştirmeliyiz. Değişime direnilmez fakat değişim yönetilir. Hiçbir değişen boyut yok ki değişmeyen bir unsur olsun. Bizler Sinan gibi inşa etmeli Yunus gibi fakat Sinan gibi inşa ederken kopyalamamalı ondan feyiz alarak ve özümüzü koruyarak yeniye uygun inşa etmeliyiz.
Şehirleri yeniden yaşanılabilir yapmak insan için önemlidir. Şehirlerin içinde yok olan insanlar olduğu sürece şehirler var olamaz.Değişime direnmek mümkün değildir, hatta değişimi diretmek gerekir ve şehirlerimiz her gün yeniden doğmalı bunun içinde değişmelidir. Şehirlerimizi oluştururken ve değişmeden değiştirirken sadece aklı başında değil aynı zamanda aklı gönlünde olan bireylere ihtiyaç vardır.
SİVİL HABER