Tıpkı Yahudileri gazaba uğrattığı, Hıristiyanları azdırarak saptırdığı gibi…
Ne diyorum? Kime, neler söylüyor, hangi sebeple yazıma böyle bir başlık atıyorum? Niçin ben? Deli miyim? Niçin sadece ben? Bana mı kaldı veya bana düşer mi Allah’ın kime ne yaptığını ilân etme vazifesi? Pekâlâ sükut edebilir, en azından ortamı taciz etmeyecek ifadelere müracaat ederek bu misillû beyanlardan kaçınabilirim. Rahatımı kinizmde arayabilirim. Nedense bu olamıyor. Olduramıyorum. Nedense gark oluyorum ifa etmekten kendimi alamadığım kimi meşguliyetlere. Hıristiyanların şu yirmi birinci asrında ben yaşta diğer zevatın havasına hiç uymayan bir anlatım tarzı adeta beni, giderek benliğimi devre dışı bırakarak doğuyor. Tuhaflaşmanın farkındayım.
Bundan altı sene önce gene bu yazının neşr olunduğu bu yerde aleyhine açılan dava sebebiyle AKP’nin kapatılamayacağını yazmış idim. Gerekçemi İstiklâl Harbi’nde mağlup edilerek aşağılanmış olanların AKP’yi kapattırmayacağı görüşüne dayandırmıştım. Şimdi aynı mağluplar mağlubiyetlerinin acısını çıkarmağa ilâveten mağlubiyet utancından kurtulmanın sarhoşluğu içindedir. Helâk edilmenin hazzına doymamış halleri de dikkatten kaçmıyor. Recep Tayip Erdoğan’a söyletilen, ağzına estetikten nasibini alamamış bir biçimde iliştirilen sözler Atatürk ne yaptıysa ben de onu yapıyorum manasına geliyor ve turnayı gözünden vuranlar mensup oldukları din hesabına göbeklerini şişiriyor. On bir senenin sonunda Başörtüsü sorunu çözüldü diyorlar. Ne demek oluyor bu? Çözülen başörtüsü mü, yoksa başörtüsü sorunu adını taktıkları şey mi? Başörtüsü diye bir sorun üretilmiş, icat edilmiş idiyse elbet bir gün çözülecekti. Hem de bunu başörtüsünü kazanç kapısına dönüştürüp sorun haline getirenler yapacaktı. Olan biten her şeyin bir oyun olduğuna, kendi koydukları kurallara kendileri uyanların oyunu, oyuncağı olduğuna hiç bakan yok. Çünkü insan yapısı böylesine bakışa müsait değil. Başımıza Türkiye’de (ve elbette ki dünyada) olan bitenden fiilen kimin kazançlı çıktığını, çıkacağını tespit etme sıkıntısı sarılmıştır. Bu sıkıntıyla uğraşırken hiç birimiz kazancın ve kazanmanın ne olduğunun, kazananların kimin nesi haline geldiğinin bizim derdimiz olmaktan çıkarılışına aldırmıyoruz. Dün birilerinin masaya yumruğunu “Sosyal Adalet!” diyerek hırçınlıkla indirdiği zaman titrek dudaklarından “onun en iyisi İslâm’da var” sızlanışını döküp şirinlik taslayanlar, bu gün feminist ve lezbiyen iddiaların başörtüsünde hortlamasından bayram sevinci çıkarıyor.
Yahudilerin ve Hıristiyanların sahip çıkacak bir ananesi var. Yani onlar zaferlerini atalarının dini olarak bildikleri bir külliyat cesameti dâhilinde arar. Biz Müslümanlar o ananeye asırlar boyu bidat ve hurafe demişiz. Bu öyle bir külliyattır ki
Şalvarı şaltağ Osmanlı
Eyeri kaltağ Osmanlı
Ekende yoğ biçende yoğ
Yiyende ortağ Osmanlı’yı
Arap Baharına, bu rengârenk plastik çiçekleriyle böbürlenip iftihar eden baharı da Gezi Eylemleri ’ne tutturur. Anane Emevî ve Abbasîleri Bizans’a, Bizans’ı Osmanlı’ya, Osmanlı’yı Arap Baharına, Arap Baharını da ne idüğü ancak olurlarsa muzaffer olduklarında sarahate kavuşacak Gezi Eylemleri ’ne bildiğiniz kırtasiye reyonunda satılan alelade raptiyelerle tutturur. İndirim vardır, ucuzluk vardır, taksit vardır. Yaşamak düzgülü yaşamadıkları durumda gerçeği hissedemeyenlerin hakimiyeti altındadır. Modern hayatın sırrı tedavülde kalabilmekte saklıdır.
Ne AKP, ne de AKP’liler tedavülde kalabilecek. Şimdiden onların da başına Endülüs Emevî idarecilerinin başına ne geldiyse geldi. Allah onları Küçük Asya’nın 800 sene sonunda yeniden Hıristiyanlaşmasına katalizörlük ettikleri için helâk etti. Şimdi aşikâr oldu ki, siyasal İslâm bu sonucu vuslat bilerek gün yüzü görmüş. Hamt ederiz ki, onların maksatları dışına çıkabilmemiz ideologimizin İstiklâl Marşı ideologisi olduğunu tebarüz ettirmekle imkân sahasına girdi. Bu sahanın dışındakiler yerkürede 1492’den sonra ikinci defa kutlanmağa başlanan “reconquista” şenliğinin tertipçileridir. İslâmî bir düzen geleceğinin imkân sahasını dolduran bizler kendimizi “Andımız” müdafaasıyla meşgul edenler değiliz. Biz sadece okullarda 80 sene ikrar edilmiş formülü işe yaramaz ilân edenlerin küfrün oxigen çadırında neye hizmetle nefes alabildiklerini ifşa ediyoruz. Türk düşmanlığı dünyanın her yerinde çok çeşitli kılıkta dolaşıyor. Fethullah Gülen’in dünyanın her yerindeki okulları söz konusu olduğunda hayırhah bir dil kullananların Türklüğü aşağılamaktan başka gaye gütmediklerinin kafalara girmesi şarttır. Çünkü bu okulların gizli, gerçek ve resmî adı Pentagon, CIA ve FBI tarafından “American Charter Schools” olarak tespit edilmiştir.
4 Eylül Sivas Kongresi bir İslâm Enternasyonali idi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânı Muhammet ümmeti için ikinci Hicret olarak algılanmak meyanındaydı. Mekke’nin fethine hasredilmesi gerekirken 90 sene nasıl oldu da heba edildi? Cevap hazır: İstiklâl Marşımız Sakarya Meydan Muharebesi Türklerin zaferiyle sonuçlanır sonuçlanmaz rafa kaldırıldı da ondan. Daha sonrası Türk topraklarında her şerefli insanın cendere altında tutulmasıyla geçti. Türk çocuklarının ruh kabı kirletildi. Diyanet İşleri başta olmak üzere İslâm ve Müslümanlık hakkında fikir beyan etme işinin ihalesini alanlar sonu AKP siyasetinin muvafakatine varacak şekilde Kur’an ve Sünnet’e ancak Müslüman olmayanların selâmeti uğruna müracaat edilebileceğini anlatmakla ve Müslümanım diyenlerin Yahudileri, Hıristiyanları siyanetle vazifeli status quo hizmetkârı âcizler olduklarını tescille iştigal etti.
AKP ve AKP’liler helâk olmamalılar mıydı?
İsmet Özel, 9 Kasım 2013
//istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=945&KID=52&PGID=0