Bir önceki yazımda sosyal ve geleneksel medyada örneklerine çok sık rastladığımız bir bağımlılıktan bahsetmiştim. 1940’lı yıllardan beri devam eden, oyuncuları yaşlandıkça yerine yenileri gelen, arkası yarın dizilerini yıllarca seyrederek ömrünü geçirmiş insanlar var. Dozajını izleyicinin belirlediği, 4 mevsim/4 duyguluk filmler var: Kışın ağlamaklı, yazın eğlenceli, yani her mevsime uygun ruh hali ile artık ne kadar uyuşturulabiliyorsanız uyuşturuluyorsunuz... Tıpkı bir sigara bağımlısı gibi, birini söndürüp diğerini yaktırıyorlar. Siz fark etmeden sizi bir diziden diğerine alıştırıyorlar.
internetteki dizi izle sitelerinde geçirenler, bazı yarışma programlarındaki vahşeti heyecanla seyredenler, “yemekteyiz” programlarındaki çekişmelerden zevk alanlar, evlendirme programlarındaki bayağı esprilere ve basitliğe alışanlar… Bir süre sonra bu insanlar bu bağımlılığın hayatlarının bir parçası haline geldiğini fark edip kurtulmak isteseler de tıpkı bir ampulün etrafında sürekli uçup sonra istemese de gelip yapışan böcekler gibi o çarkın arasına kendilerini kaptırıyorlar. Fark ettiklerinde ise çoktan günü birlik yaşayan, gerçek hayatın sorumluluklarından kaçan, çevresindeki olaylara tepkisiz kalan, sadece kendi menfaatini düşünen, egoist ve bencil bireylere dönüşmüş oluyorlar.iç bir vizyona/ideale sahip olmayan,
Elbette ki ben “film ya da dizi hiç seyredilmez” demiyorum, burada kastedileni iyi anlamak lazım. Çok vakit harcamadan, dinlenmek ve eğlenmek için izlenebilir. (Tabi burada kastettiğim insanların birbirini aşağıladığı programlar değil, bu programlardan zevk almak bile ahlaki çöküntüdür.) Burada önemli olan televizyonun bizi esir almasına izin vermemek, beynimizi, duygularımızı, ideallerimizi, en önemlisi de vicdanımızı köreltmesine imkan tanımamaktır. Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye yönelik hiç bir bildiri/kınama yayınlayamayanların, Suriye’de yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine karşı ses çıkarmayanların evlerinde dizi seyrederek uyuşanların bu konu üzerinde bir kez daha düşünmelerini istiyorum. ,