Günümüzde gelişen bilişim teknolojisi ile bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. Artık istenilen her konuda bilgiye hızlı erişim sağlanabiliyor. Ancak önemli olan bilgiye ulaştıktan sonraki analiz etme ve doğru algılama yeteneğidir.
Yeni bilgi öğrendikçe, insanların algılama şekli değişir. Algı gözlük camı gibidir. Doğru algılama, görüş kalitesini, yapılan seçimleri ve alınan kararları etkileyecektir.
Algılar değiştikçe, insanın dünyaya ve olaylara bakış açısı da değişir. Örneğin; Allah’tan korkan bir insan için “tokat atana öbür yanağını çevirmek” güzel ahlakın sembolik bir tarifi iken, Materyalist/Darwinist bir insan için şiddete şiddetle karşılık verme felsefesine aykırı, kabul etmeyeceği bir durumdur. Yada bir inkarcı için ölüm yok oluş/istenmeyen bir olay iken, iman eden kişi için Allah’a kavuşma anı/hasretle beklediği vesiledir.
Algısal bozukluklar tüm dünyayı bozuk görmeye neden olur. Şu an tarihe büyük mucit olarak geçen ünlü isimler kendi zamanında doğru algılanamamış, dikkate alınmamıştırlar. Geçmişte yaşamış büyük insanlar, evliyalar toplumların geneli tarafından dışlanmıştır. Kuran’da üstün ahlaklarıyla örnek verilen peygamberler o dönemde oluşan yanlış algıdan dolayı çok fazla zorluk yaşamış, iftiraya uğramış, dinsizler, müşrikler, münafıklar tarafından baskıya maruz kalmış, çeşitli tuzaklarla karşılaşmışlardır. Kimi zaman bu mübarek insanlara deli, kimi zaman büyücü denilmiş, çeşitli iftiralar da bulunulmuş, hiç suçları olmadığı halde yıllarca hapislerde yatmak durumunda bırakılmış, kimisi ateşe atılmış, kimi sürgün edilmiş, kimisi de kavmin önde gelenleri tarafından şehit edilmiştir. Demek ki bu değerli şahısların yaptıkları doğru olsa bile doğru algılanamamışlardır. Bu da bize şunu gösterir; elde edilen bilgi doğru olsa bile ortada algı bozukluğu varsa kişiler tarafından yanlış olarak değerlendirilebilir. Nitekim insan aciz yaratılmıştır. Genellikle bilgileri, eksik, kusurlu ve yamalıdır. Oysa hakikat tektir. Peki o zaman doğru algılamak için ne yapmak gerekir?
Doğru bilgi Allah Katından olandır. Bu nedenle dünyayı doğru algılamak için rehberimiz Kuran olmalıdır. Allah, İbrahim Suresinin 1. ayetinde Kuran’ın bu özelliğini şu şekilde bildirir.
Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)
Başka bir ayette ise Kuran’a uyan kişilerin temiz akıl sahipleri olduğundan bahsedilmektedir:
İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Ayet meallerine baktığımızda "temiz akıl sahipleri" olarak geçen kavramın Arapça kökü "ulul elbab"tır. Türkçe karşılığı ise "öze sahip olanlar" anlamındadır. İtibar edilen tefsir ve mealler incelendiğinde, ulul elbab kavramının, derin bir aklı ve kavrama yeteneğini ifade etmek için kullanıldığını görürüz. Ulul elbab yani "temiz akıl sahipleri" hayatının her alanında Kuran’ı rehber edindikleri için çok ileri bir kavrayış, doğru algılama ve derin düşünme yeteneğine sahiptirler. Kuran’a uyan kişiler doğru algılarıyla, iman etmeyen insanların hayatında yaşamadıkları “bir üst şuur boyutu” kazanırlar. Ulul elbab’ın sahip olduğu bu üst şuur, ne zeka seviyesinin yüksekliğiyle, ne üst beyin kapasitesiyle, ne de gelişmiş yeteneklerle kıyaslanmayacak bir algı oluşturur. Netice itibarıyla ulul elbab, Kuran’ı kendine rehber edindiği için zihninde bir berraklık oluşur, doğru algılama yeteneği kazanır, yanlış bildiği her türlü bilgiden arınmış ve bunların yerine doğru bilgiler yerleştirmiş olur.